ABD'de yasamanın yürütme üzerindeki gücü

A -
A +

ABD Başkanı Barack Obama'nın ikinci döneminde Savunma Bakanlığı için aday gösterdiği Chuck Hagel'in atanmasının Senato'da engellenmesi, ABD'deki başkanlık modelinde yürütmeyle yasama arasındaki ilişkileri anlamak açısından ilginç bir örnek oluşturdu. 26 Şubat'ta tekrar edilecek oturumda Hagel'in atama kararının onaylanmasına kesin gözüyle bakılsa da, muhalefetin Obama'nın birçok girişimini engellemeye çalışacağını tahmin etmek güç değil. 1789'da yürürlüğe girdiğinden bu yana 27 değişikliğe uğrasa da, ABD Anayasası'nın iki asrı geçen uzun süre içinde muhafaza edilen en önemli maddeleri kuvvetler ayrılığı ilkesiyle ilgili olanlardır. 18. Yüzyılda yaşamış düşünürlerden Montesquieu'nün "Kanunların Ruhu" kitabında, sağlıklı bir idarenin temel vasfı olarak tanımladığı kuvvetler ayrılığı ilkesi, ABD'de tatbik edilmektedir. Yasama, Yürütme ve Yargı organlarının yetki ve sorumluluk bakımından birbirleri üzerinde tahakküm kurmamasını ve birbirlerinin alanlarına müdahil olmamasını öngören bu ilke aynı zamanda, bu üç kuvvetin bir diğerinin kudretini "sınırlandırmasını" da öngörür. Söz konusu "sınırlandırma" ABD'de "denetim ve denge" (checks and balances) şeklinde ortaya çıkmıştır. Bu uygulamayla, devlet idaresinde kullanılması gereken yetkilerin ve alınması gereken kararların mercilerinin birbirinden ayrı olması, iktidar gücünün tek bir kişinin ya da organın elinde toplanmasına izin verilmemesi hedeflenmiştir. Yaygın kanaatin aksine bu sadece Başkan'ın gücünü denetim altında tutmayı amaçlayan bir ilke değildir. Başkan kadar, yasama ve yargı erklerinin de, tek güç merkezi haline gelmeleri devletin sağlıklı işleyişi için bir tehdit olarak görülmüştür. Demek ki, ABD anayasasını hazırlayanlar seçimle iktidara gelen ama görev süresi boyunca mutlak kral yetkileri kullanan bir başkanın varlığından olduğu kadar, yine seçimle oluşan ve "gücünü milletten aldığını" vurgulayarak, devlet idaresinde her türlü konuda yetkili olduğunu düşünen ve öyle hareket eden bir yasama organının varlığından da çekinmişlerdir. Aynı çekince, gücünü hukuktan aldığının, hukukun da tüm yetkilerin temelini oluşturduğunun altını çizerek, hiyerarşik olarak diğer iki erkin de üzerinde olduğunu iddia edebilecek yargı erkini belli sınırlar içinde tutmak düşüncesini de içerir. Denetim ve denge mekanizmasının en bariz yönü, devlet idaresinde yapılacak işlerin birden çok organın yetki ve sorumluluk alanına sokulmasıdır. Bu yolla, hem başta yürütme ve yasama olmak üzere erkler arasında çeşitli konularda "zorunlu" bir işbirliğini hem de yukarıda belirttiğimiz üzere güçlü bir "sınırlamayı" beraberinde getirir. Örnek vermek gerekirse, ABD başkanının atadığı tüm bakanların ve üst düzey devlet görevlilerinin, Yasama organının iki kanadından biri olan Senato'nun ilgili komisyonunda ifade vermeleri ve atama kararlarının Senato tarafından onaylanması zorunludur. Bu husus, büyükelçiler için de geçerlidir. Senato Dış İlişkiler Komitesi'nde yapılan görüşmede Ermeni iddialarını kabul etmemekte direndiği için, Obama tarafından Azerbaycan'a atanan büyükelçinin bir türlü görevine başlayamaması bu konuda çok çarpıcı bir örnektir. Türkiye-ABD ilişkilerinin tarihinde de, Yürütme ile Yasama arasındaki görüş farklılıkları sebebiyle ortaya çıkan sıkıntılı durumlar mevcuttur. Mesela, 1830 Osmanlı-ABD Anlaşması'nın, "Osmanlı Devleti her talep ettiğinde ABD ona savaş gemisi satmayı taahhüt eder" şeklindeki gizli maddesi ABD Senatosu tarafından onaylanmadığı için yürürlüğe girememiştir. Keza Ağustos 1923'te Lozan'da bulunan Türk ve Amerikan heyetleri arasında imzalanan ve 1917'den beri kesik olan diplomatik ilişkilerin yeniden başlatılmasını düzenleyen anlaşma da Senato tarafından onaylanmamıştır. (Bu anlaşmayı, Lozan Barış Antlaşması ile karıştırmamak gerekir. ABD ile Osmanlı Devleti savaşmadıkları için ABD'nin zaten Barış Antlaşması'nda imzası yoktur; Sevr Antlaşması'nda da olmadığı gibi). Kongre'nin diğer kanadı olan Temsilciler Meclisi ise, bütçenin onaylanmasıyla ilgili güçlü yetkilere sahip olduğundan, bu ayrıcalığını kullanarak, ABD başkanının politikalarını zora sokacak adımlar atabilir. Mesela, ABD'nin Türkiye'ye hibe edeceği veya satacağı silahlarla ilgili Temsilciler Meclisi'nin bu türden engellemeleri, silahların verilmesini şarta bağladığı kararları mevcuttur. ABD'nin kendine mahsus bir modeli vardır. Amerikan başkanlık modeli ne dünyadaki en mükemmel, ne de en fazla taklit edilen modeldir. Türkiye'deki yeni anayasa çalışmaları sırasında, işleyen ve aksayan yönleriyle ABD modelinin de göz önünde bulundurulmasında fayda vardır.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.