Türkiye'nin Orta Doğu siyaseti güncelleniyor

A -
A +

Yeni Türk Dış Politikası'nın yürürlüğe sokulduğu 2009'da, Türkiye'nin Orta Doğu'ya yönelik temel hedefleri ve beklentileri çok net şekilde ortaya konulmuştu. O zamanlar söylendiği gibi, "yeni" politikanın çıkış noktası, "eski" Türk dış politikasının "tehdit" odaklı yaklaşımının artık demode oluşuydu.

Soğuk Savaş'ın bitişinin üzerinden neredeyse 20 yıl geçmişken, hâlâ dost-düşman ayırımına ve kutuplaşmaya dayalı bir dış politika takip edilemezdi. Bu yeni anlayış çerçevesinde, "komşularla sıfır problem" kavramı geliştirildi.Orta Doğu bölgesi, yeni dış politikanın en önemli uygulama alanlarından biriydi.  Bakan seviyesinde sıklıkla ifade edildiği gibi, Türkiye'nin bu bölgedeki nihai amacı "Orta Doğu'ya nizam getirmekti". Kurulacak nizamın, tüm bölge halklarının ortak çıkarlarına dayandığı; Osmanlı İmparatorluğu'nu diriltmek maksadı taşımadığı; huzurun, barışın ve istikrarın herkesin faydasına olduğu ifadeleri defalarca kullanılsa da, Türkiye'nin bu "nizam kurma" projesi, bilhassa Batı dünyasında "Yeni Osmanlıcılık" yakıştırmasından kurtulamadı. Dahası, Orta Doğu'da meydana gelen büyük dönüşüm dalgası Türk Dış Politikasını da sarstı.Özellikle "Arap Baharı" sürecinde su yüzüne çıkan yeni sorunların Türk dış politikasına etkileri dikkate alındığında, diplomasimizin teorik kısmıyla, pratiğin çoğu zaman çeliştiği görülmektedir. Uzun yıllar yeterli ve çağın gereklerine uygun bir teorik altyapıdan uzak olduğu eleştirilerine maruz kalan dış politikanın, Soğuk Savaş sonrası dünya gerçekleri ve Türkiye'nin yeni öncelikleri çerçevesinde yeniden kurgulanması gayet yerinde ve tabii bir faaliyettir. Fakat dış politika gibi dinamik, sürekli değişen, çok bilinmeyenli ve çok aktörlü bir ortamda, söz konusu teorik altyapının da sürekli güncellenmesi icap eder. Aksi takdirde, geçmiş yıllardaki Türk dış politikasının maruz bırakıldığı, "çağı okuyamayan", "statükocu zihniyetin esiri olan" şeklindeki ithamlar, bu kez başka ifadelerle de olsa, mevcut dış politikaya da yönelebilir. Arap Baharı'ndan hemen önce ve sonra Suriye ve Mısır'la ilişkiler bu bağlamda örnek olarak değerlendirilebilir.Olup bitenler karşısında reaksiyon göstermek elbette dış politikanın da bir gereğidir. Fakat reaksiyoner değil, ön alıcı (proaktif) bir siyaset izlemek, tüm devletlerin dış politika başarısı açısından gereklidir. Proaktif dış politika üretebilmek, sürekli değişen uluslararası ortamı çok iyi okuyup, geniş katılımlı istişare heyetleriyle birden çok alternatifli davranış biçimlerinin oluşturulmasıyla mümkün olabilir. Arap Baharı, Suriye olayları ve Mursi'nin devrilmesi gibi hadiseler Türkiye'de "proaktif dış politikanın" henüz söylemin ötesine geçmemiş olduğunun göstergeleridir. Ayrıca, "proaktifliğin" kendisi bir hedef olmamalıdır. Önce temel hedefler belirlenmeli, ona göre proaktif siyaset izlenmelidir.Dış politikanın teorik çerçevesinin sağlıklı biçimde güncellenebilmesi ve beklenmedik gelişmelere göre yeniden kurgulanabilmesi ise, her şeyden evvel, dış politikaya siyasi değil, tüm ülkeyi ilgilendiren bir mesele olarak bakmaktan geçer. Bu perspektif benimsenmedikçe, dış politika alternatiflerinin üretilmesi, hiçbir öz eleştiri yapmayan, "şurada hata yapmışım" demeyi zül gören, kendilerine dönük en küçük bir eleştiriyi de "siyasi taarruz" olarak nitelendirmekten çekinmeyen, dar bir kesimin görevi olarak kalır. Bu durumda hata yapmama ya da yapılan hatalardan kısa süre içinde dönme ihtimali zayıflamaktadır.Bu görüntüye kısaca "içten beslenme" adı verilebilir. İçten beslenme, zaten sizinle aynı görüşe sahip, hatta aranızda ast-üst ilişkisi olan, dahası sizin aktardığınız mali kaynaklarla geçinen, dolayısıyla size karşı, yapıcı da olsa herhangi bir eleştiri geliştirmeleri mümkün olmayan bir kadroyla çalışmak demektir. Tümü aynı yaklaşımları benimsemiş bir grubun, kendileri için çizdikleri şablonun dışından hadiselere bakabilmeleri son derece güçtür. Akademik dünyada da, iş dünyasında da, bürokraside de, daha kaliteli iş çıkarmanın yolu, işi üreten kadroların çeşitlenmesi, ele alınan konuya farklı açılardan bakabilenlerle çalışılmasıdır. Dış politika üretiminde de benzer bir durum söz konusudur.Türk Dış Politikasının çok kısa süre içinde derin bir öz eleştiriye tabi tutulması ve süratle güncellenmesi ihtiyacı hâsıl olmuştur. Sürekli dönüşen küresel ve bölgesel ortama adapte olabilmenin ön şartı olarak, bir ortak akıl mekanizmasının oluşturulması, daha sağlıklı ve memleket için daha tutarlı adımların atılması ihtimalini güçlendirecektir. Geçen hafta düzenlenen Orta Doğu konulu Büyükelçiler İstişare Toplantısı bu yönde olumlu bir girişimdir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.