AVRUPA BİRLİĞİ İLE İLİŞKİLER BİLDİĞİNİZ GİBİ

A -
A +
Avrupa Birliği'ne (AB) aday ülkeler için her yıl AB Komisyonu tarafından İlerleme Raporu adıyla bir belge yayınlanır. İlerleme Raporu aday ülkenin son bir yıl içinde AB üyelik kriterlerini karşılama konusunda ne ölçüde "ilerlediğini" ölçen resmî bir belgedir. Bazı AB uzmanları söz konusu belge için "aday ülkeye verilen karne" nitelemesini kullanırlar. Bazıları ise belgeyi "check-up raporu" şeklinde nitelemeyi tercih ederler. Türkiye için hazırlanan son belge geçtiğimiz hafta Brüksel'de açıklandı.
Türkiye'de yaşamakta olduğumuz olağanüstü gündem sebebiyle bu yılki rapor siyaset ve akademi dünyalarıyla medyada neredeyse hiç yer almadı. AB Bakanı ve Başmüzakereci Volkan Bozkır'ın konuk olduğu bazı televizyon programları dışında, hemen her gün birkaç kanalda yer alan tartışma programlarının hiçbirinde bu rapora değinilmedi. Halbuki Türkiye'nin AB ile müzakere süreci devam ediyor ve AB'ye tam üye olarak katılmak -Hükümet Programı'nda da yer aldığı üzere- hâlâ Türkiye'nin öncelikli hedefleri arasında yer alıyor.
Volkan Bozkır'ın "dengeli ve objektif" bir rapor olarak değerlendirdiği belgede, önceki yıllardaki hızı kesilmiş olsa da Türkiye'nin adaylık sürecinin devam ettiğinin altı çiziliyor. Yine Bozkır'ın ifadesiyle "not edilmeyi" hak eden birtakım eleştiriler de içeren İlerleme Raporu, olumlu, olumsuz ve eksik yönleriyle Türkiye'nin AB'nin talep ve beklentilerini ne ölçüde karşıladığını gözler önüne seriyor.
Belge "objektif ve dengeli" olsa da, resme daha geniş açıdan bakıldığında Türkiye'nin AB üyeliği hedefine ulaşmasının giderek zorlaşmakta olduğu tespitini yapmak zorundayım. Bu kanaate varmamın üç temel sebebi var:
Birincisi, AB'nin toplam 13 yeni üye aldığı 2004, 2007 ve 2013 genişlemelerinden sonra artık yeni bir üye kabul etmemek konusunda giderek sertleşen bir tutum içine girmesi. AB Komisyonu Başkanlığına bu yıl seçilen Jean-Claude Juncker, diğer aday ülkelerden çok farklılaşan sebeplerle Türkiye'nin üyeliğine net olarak karşı çıktığını gizlemiyor. Dahası, mayıs ayında yapılan seçimlerde yeni şekline kavuşan Avrupa Parlamentosu'nda hem geleneksel olarak Türkiye'ye mesafeli duran Hıristiyan Demokratların hem de güçlerini artıran aşırı sağ partilerin sözcüleri Türkiye hakkında olumsuz değerlendirmeler yapmaktan kaçınmıyorlar. 2004'te Türkiye ile müzakerelerin başlaması kararının alınmasında da çok etkili olan sosyal demokrat, liberal ve çevreci kesimler de Türkiye'nin tam üyeliğine mesafeli bir tutum içine girmiş durumdalar.
İkincisi, bölgemizde meydana gelen gelişmelerin AB ülkelerinin yönetimlerinin ve kamuoylarının Türkiye'ye bakışında meydana getirdiği değişiklik. Bundan tam 10 yıl önce 2004'te AB Komisyonu tarihinde ilk ve son kez bir "etki değerlendirmesi" raporu hazırlamıştı. Söz konusu raporda, müzakerelere başlayacak olan Türkiye'nin AB'ye muhtemel üyeliğinin fayda-maliyet analizi yapılmaktaydı. Takip eden yıllarda yayınlanan birçok ilerleme raporunda da atıf verilen bu belgede Türkiye'nin jeopolitik konumu itibariyle AB için son derece önemli bir ülke olduğu ifade ediliyordu.
O zamanlar AB; Orta Doğu ve Kafkasya'ya komşu, enerji nakil hatları üzerinde yer alan, ihtilaf hâlindeki bölge ülkelerinin arasında güvenilir bir arabuluculuk yapma vasfına sahip Türkiye'yi övüyordu. İlerleyen yıllarda Türkiye'nin Filistin ve İsrail, İsrail ve Suriye, Sırbistan ve Bosna-Hersek arasında oynadığı kolaylaştırıcı rolden sitayişle bahsedilmekte, Ankara'nın başlattığı Ermenistan açılımı, BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliği sırasındaki aktif diplomasisi ve komşularla sıfır sorun yaklaşımı Türkiye'nin AB üyeliğini kolaylaştıracak kazanımlar olarak görülüyordu. Özellikle 2010'dan beri bölgesel dengeler o denli değişti ki, bugün Türkiye'nin bulunduğu bölgeden kaynaklanan tehditlerin büyüklüğü, AB'nin ülkemizi muhtemel bir üye yerine, tehditlerle kendisi arasında bir "tampon bölge" olarak algılamasına yol açtı.
Üçüncüsü, Türkiye'nin reformlar konusunda yavaşladığı düşüncesinin AB başkentlerinde giderek daha fazla taraftar toplaması. 2014 İlerleme Raporu'nda da, Ankara'nın yaptıklarının yanı sıra, yıllar önce yapması gerekirken halen gerçekleştiremediği reformların uzun bir liste halinde sıralandığını görüyoruz. Reformlara yeniden hız verilmesi durumunda bile, AB'nin Türkiye'nin üyeliği hakkındaki düşünceleri, yukarıdaki diğer iki sebepten ötürü kısa vadede değişeceğe benzemiyor.
Anlaşılan o ki, bölgemizdeki sular durulmadan ve Türkiye'nin iç huzuru kalıcı olarak tesis edilmeden AB ile ilişkilerimiz bugünkünden daha hızlı seyretmeyecek...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.