Suriye'de tehdidi fırsata çevirme konusunda dört öneri

A -
A +
Son 10 gündür yaşananlarla Suriye konusunda tüm hesaplar baştan aşağı değişti. Rusya'nın evvela hava bombardımanı ardından da Hazar Denizi'ndeki savaş gemilerinden fırlattığı güdümlü füzelerle yaptığı saldırılar Suriye'deki krize taraf olan aktörlerin oyun planlarında güncelleme ihtiyacı doğurdu. Dahası 3 ve 4 Ekim tarihlerinde Rus savaş uçaklarının Türk hava sahasını ihlali, Suriye hava savunma sistemlerinin Türk savaş uçaklarına kilitlenmesi, Amerikan ve Rus savaş uçaklarının "uzaktan it dalaşı", NATO'nun Rusya'ya karşı açıklamaları gibi gelişmeler Moskova'nın bilinçli bir tırmandırma siyaseti izlediğini gösteriyor. Rusya'nın Suriye satrancına böylesine pervasız ve destursuz dahil olmasıyla, manzaraya tam anlamıyla format atıldı. ABD'nin Cuma günü "eğit-donat programının başarısız olduğunu" açıklaması sanırım hiçbirimizin gözünden kaçmadı.

Dışişleri Bakanlığı, Rus bombardımanı ve Esad güçlerinin karşı saldırısı sebebiyle yeni ve büyük bir göç dalgasının Türkiye'nin kapısına dayandığını açıkladı. Halen 2 milyona ulaşan Türkiye'deki Suriyelilerin sayısının daha da artması söz konusu olabilir. Tabiatıyla bu durum Avrupa ülkelerine Suriyeli göçünü de hızlandıracak.

Zaten bir kriz vardı. 10 gündür olup bitenlerle daha da büyüdü. Türkiye iyice içinden çıkılmaz hâle gelen ve olumsuz sonuçlarını her geçen gün artarak hissetmeye başladığımız bu krizi pekâlâ fırsata çevirebilir. Bunun için dört önerim var:

Birincisi
, Türkiye'nin Suriye siyasetini değişen şartları göz önüne alarak güncellediğini süratle ilan etmesidir. Suriye krizi başladığı noktadan çok farklı bir yerdedir. 10 gün öncesinden bile çok değişik bir tabloyla karşı karşıyayız. Şartların kökten ve esaslı biçimde değişmesi (Latince Rebus sic stantibus) uluslararası hukukta bile evvelce verilmiş olan taahhütlerde değişiklik yapılmasını meşru kılar. Dolayısıyla, Türkiye'nin bugüne kadar takip ettiği Suriye siyasetini gözden geçirmesi ve güncellemesi için gerek ulusal gerek uluslararası kamuoyu açısından yeterli meşru sebepler ortaya çıkmıştır. Bu bir ricat veya "U dönüşü" değil, aksine orta vadede başarıyı mümkün kılacak elzem bir hamledir...

İkincisi
, yoğun bir kamu diplomasisi atağına başlanmasıdır. Bilhassa AB ülkelerine yönelik göç dalgası ve Rusya'nın Suriye denklemine katılması gibi gelişmeler bugüne kadar olduğundan çok farklı ve sonuç alıcı yöntemlerle Türkiye'nin imajının olumlu yönde değişmesi için etkili bir kamu diplomasisi için kapıyı aralamıştır. Yaklaşan seçimin dışarıda siyasi manevra alanını daralttığının farkındayım. Ama önemli başkentlere üst düzey ziyaretlerin artırılması, en azından bürokratik düzeyde stratejik noktalara yoğunlaşılması gerekmektedir.

Üçüncüsü
ve kanaatimce en mühimi, Batı ve Rusya arasında diyalog köprüsü olmaktır. Türkiye Batı ittifakının bir parçasıdır. Ama hem Rusya'ya komşu ve bu ülkeyle çok geniş bir yelpazeye yayılan siyasi ve ekonomik ilişkileri olan hem de Suriye krizine komşu yegane NATO ülkesidir. Mevcut krizi bir fırsata çevirmek suretiyle Türkiye, Suriye'deki rolünü yeniden tanımlayabilir. Bu bizim bilhassa 2002-2010 döneminde çok aşina olduğumuz, üstelik başarıyla uyguladığımız bir politikadır. Türkiye, sorunun değil çözümün bir parçası olabilmek için Washington-Brüksel-Moskova hattında "kolaylaştırıcı" bir işlev görebilir. Bu yeni rol neticesinde, ABD-Rusya geriliminin azalmasına katkı sağlayabilir mi bilemem ama böyle bir pozisyon değişikliği sayesinde hiç olmazsa gelecekte mutlaka karşımıza çıkacak olan Suriye'nin yeniden dizaynı sürecinde elini rahatlatmış olur. Bu hamle Tahran-Bağdat-Moskova-Şam blokunu çatırdatır. Üstelik, Suriye sebebiyle Rusya ile daha büyük bir gerilim yaşama riski de ortadan kalkmış olur...

Dördüncüsü
, güvenli bölge için yeniden girişimde bulunulmasıdır. Türkiye sadece Batılı ülkeler nezdinde değil, Rusya ile temaslarında da Suriye'nin kuzeyinde bir güvenli bölge oluşturulması gerektiği tezini dile getirmeli ve büyüyen insani krizin aşılması için konunun BM Güvenlik Konseyi'ne taşınmasını sağlamaya çalışmalıdır. Şayet Moskova bu konuda ikna edilebilirse hiç olmazsa sınır ötesi yeni göç dalgalarının önüne geçilebilir. Güvenli bölgenin güvenliğinin sağlanabilmesinin bugün itibariyle ancak Rusya ve ABD'nin mutabakatıyla temin edilebileceği gözden kaçmamalıdır.

Daha önceki bir yazımda Mecelle'nin meşhur prensibine gönderme yapmıştım: Def-i mefasid, celb-i menafiden evladır. Suriye'de akan kanın derhâl durdurulması, kimin kazandığından, kimin hangi bölgelerde hangi "devletçikleri" kuracağından, çözümün Esadlı mı Esadsız mı olacağından çok daha önemlidir.

Yine Mecelle'den bir prensiple bitireyim:

İki fesat tearuz ettiğinde ehaffı irtikab ile a'zamının çaresine bakılır.
Anlamını arayıp bulmayı sizlere bırakıyorum...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.