Uçak krizi ve NATO'yla ilişkilerimiz

A -
A +

Türk hava sahasını ihlal eden bir Rus savaş uçağının düşürülmesinden sonra başlayan Türkiye ile Rusya arasındaki kriz derinleşerek büyüyor. Elbette iki ülke savaşa girecek değil. Ama Ankara-Moskova hattında çözüm odaklı bir diyalog süreci başlatılmadığı takdirde iki tarafın da bu gerilimden yıpranarak çıkacağını söyleyebiliriz. Özellikle son 10 yıl içinde, ticaretten, nükleer enerjiye, turizmden, müteahhitlik sektörüne kadar uzanan çok geniş bir yelpazede oluşturulan iş birliği alanları krizden ciddi yaralar alacak. Çok kısa süre öncesine kadar “stratejik iş birliği” olarak nitelendirilen Türkiye-Rusya ilişkilerinin tekrar aynı seviyeye çıkması da uzun yıllar gerektirecek.

Henüz dönülmez noktaya gelmediğimizi düşünüyorum. İki ülke de birbiri için o kadar vazgeçilmez ki, bir süre daha tırmanabilecek bir gerginliğin bir aşamasında buzların erimeye başlayacağını ve yaraların tedavisine girişileceğini tahmin ediyorum. Bu tahminimin bir temenninin ötesine geçebilmesinin tek şartı, devletlerin duygularla değil, akılla hareket ettiği şeklindeki realist uluslararası ilişkiler yaklaşımının her iki tarafa da hakim olması.

Diğer yandan, Türkiye-Rusya krizi büyürken, Türkiye’nin Batılı müttefikleriyle ilişkileri de önemli bir sınavdan geçiyor. İleriye yönelik dersler çıkartmamız gereken ibretlik tutum ve söylemlere şahit oluyoruz. Türkiye’nin NATO’yla ilişkilerinin tarihsel gelişimini yakından bilenlerimiz bir tür “Johnson Mektubu”nun yol açtığı soğuk duş etkisi hissediyorlar.

5 Haziran 1964’te dönemin Başbakanı İsmet İnönü’ye, Türkiye’nin Kıbrıs’a askerî harekât gerçekleştirmesini önlemek için bir mektup yollayan dönemin ABD Başkanı Lyndon Johson, uzun mektubunun bir yerinde aynen şu ifadeleri kullanmaktaydı:

“(...) Ayrıca, Türkiye tarafından Kıbrıs'a yapılacak askerî bir müdahale Sovyetler Birliği'nin meseleye doğrudan doğruya karışmasına yol açabilir. NATO müttefiklerinizin tam rıza ve muvafakatleri olmadan Türkiye'nin girişeceği bir hareket neticesinde ortaya çıkacak bir Sovyet müdahalesine karşı Türkiye'yi müdafaa etmek mükellefiyetleri olup olmadığını müzakere etmek fırsatını bulmamış olduklarını takdir buyuracağınız kanaatindeyim (...)”

Yani 51 yıl önce ABD Türkiye’ye, “benim rızam olmayan bir eylem nedeniyle Rusya ile çatışırsan, NATO seni savunmaz” demekteydi.

Türkiye ile Rusya arasında kriz çıktıktan sonra daimi temsilciler düzeyinde toplanan NATO Konseyi sonrasında “yapılmayan” açıklamalar bana Johnson Mektubu’nun bu yönünü hatırlattı.

“Yapılmayan açıklamaların” ne olduğunu anlamak için NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in 2.5 ay arayla yaptığı iki açıklamayı karşılaştırmak yeterli.

5 Ekim’de bir Rus savaş uçağının Türkiye hava sahasını ihlal etmesinden sonra açıklama yapan NATO Genel Sekreteri, “NATO güney sınırından gelebilecek tehditlere karşı müttefikini korumak için Türkiye'ye asker göndermeye hazır" demiş ve eklemişti: “Türk hava sahası ihlâl edilirse, NATO Türkiye'yi korumaya hazır.”

Aynı Genel Sekreter 24 Kasım’da ise şöyle konuştu: "Bu ciddi bir durum. Hepimiz gerilimin düşmesine katkı sağlamalıyız. Ankara ve Moskova arasındaki irtibatı memnuniyetle karşılıyorum."

Bu kadar kısa sürede ne değişti de, NATO “Türkiye’ye hemen yardıma geliriz. Türkiye’nin yanındayız. Gerekirse asker göndeririz” demekten vazgeçti. Neden sadece NATO Genel Sekreteri değil, hiçbir NATO üyesi müttefikimizin lideri, “gerekirse Rusya’ya karşı Türkiye’yi tüm gücümüzle” koruruz demiyor?

Aslında bir şeyin değiştiği yok. Rus uçağı daha önce düşürülmüş ve Ankara-Moskova ilişkilerinde çok büyük bir kriz yaşanmış olsaydı da NATO bugünkü gibi davranacaktı. Yani, Türkiye söz konusu olduğunda, krizin boyutuna göre NATO da Batılı müttefikler de tutum değiştiriyorlar. Açıkçası hiçbir müttefikimiz kendilerini doğrudan ilgilendirmeyen bir anlaşmazlık yüzünden, sırf Türkiye’yi korumak için savaşa girmek istemiyor. Dahası, özellikle Paris saldırılarından sonra başta Fransa ve Almanya olmak üzere Rusya’nın Suriye’deki operasyonlarına duyulan sempatide bir artış oldu. Fransız sağ basını, Türkiye-Rusya arasındaki krizi, NATO dayanışması perspektifinden değil, Rusya’nın “teröre karşı yürüttüğü mücadeleyi sekteye uğratabilecek bir gelişme” olarak değerlendiriyor.

Batı İttifakının lideri ABD de, Türkiye-Rusya krizinin bir an önce çözülmesinden yana. Bundan 1 yıl önce Ukrayna sorunu sebebiyle Rusya’ya ambargo uygulayan, bundan 2 ay önce Rusya’nın Suriye’deki operasyonlarını endişeyle takip ettiğini açıklayan Obama yönetimi bugün “terörle mücadelede Rusya’ya iş birliği” konusunu kamuoyu önünde açıkça tartışır hale gelmiş.

Bütün bunları değerlendirdiğimizde Türkiye’nin Rusya’yla yaşadığı sorunun daha fazla tırmandırılmadan, soğukkanlılıkla ele alınması gerektiği bir kez daha ortaya çıkıyor...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.