Türkiye ile İsrail yeni bir başlangıç mı yapacak?

A -
A +

Türkiye ile İsrail arasında diplomatik ilişkilerin yeniden büyükelçilik seviyesine yükseltileceği şeklinde açıklamalar yapılıyor. 2008-2009 kışında İsrail tarafından gerçekleştirilen Gazze operasyonundan bu yana, bilhassa 31 Mayıs 2010’daki Mavi Marmara olayının ardından ikili ilişkiler öylesine kötüleşti ve resmî düzeyde karşılıklı olarak öyle ağır ifadeler sarf edildi ki, böyle bir adım atılırken kamuoylarının gerçekten de ılıman bir iklime hazır hâle getirilmesi gerekiyor. Önümüzdeki günlerde bu amaca matuf çok sayıda adımın atılacağına şahit olacağız. Karşılıklı olarak büyükelçilerin atanmasını müteakip, muhtemelen 2016 yılı içinde bakan düzeyinde karşılıklı ziyaretlerin gerçekleşmesi de söz konusu olabilir.


Mademki, Ankara ile Tel Aviv’in en azından yeniden doğrudan diyalog içine gireceklerine kesin gözüyle bakılıyor, o zaman bunun için yeterli şartların mevcudiyetini -tarihsel bir bakışla- sorgulamak gerekiyor...

Türkiye-İsrail ilişkileri 1948’den 1996’ya kadar her zaman bir denge çerçevesinde yürüdü. Taraflar ne birbirleriyle güçlü bir ittifak ilişkisi kurdular ne de diplomatik ilişkilerini kestiler. İlişkilerin gidişatını etkileyen en öncelikli faktör ise Orta Doğu’daki gelişmeler oldu. Mesela, 1950'lerin ikinci yarısında Cemal Abdünnasır’ın devrimci düşüncelerinin tüm Arap âleminde kasırga gibi estiği yıllarda, iki ülkenin gizli servisleri arasında -İran ve Etiyopya’nın da dahil olduğu- Trident adlı istihbarat ağı kurulsa da, 1967 ve 1973 Arap-İsrail Savaşları sırasında Ankara Araplara yakın bir politika izledi. Filistin Kurtuluş Örgütü’nün uluslararası meşruiyet arayışına girdiği 1970'lerde bu örgütle sağlam ilişkiler geliştirmesine rağmen Ankara’nın Tel Aviv’le diplomatik bağları kesilmedi. İsrail’in işgal altındaki Arap topraklarını ilhak ve Kudüs’ü ebedi başkent ilan ettiği 1980’de diplomatik ilişkiler yeniden inişe geçti. 1987’de başlayan İntifada sırasında Türkiye tavrını net biçimde Filistinlilerden yana koydu. Orta Doğu Barış Süreci’nin 1991’de başlamasıyla birlikte Türkiye yeniden denge politikasına geri dönerek İsrail ve Filistin’le büyükelçilik seviyesinde diplomatik ilişkiler kurdu.

Türkiye’nin Arap ülkelerine ve İsrail’e yönelik yaklaşımı 1996’dan itibaren bir kez daha İsrail lehine bozuldu. Türkiye ile İsrail ikili ilişkilerin ‘altın çağını’ yaşamaya başladılar.

Birkaç yıl zarfında serbest ticaretten eğitime 20 kadar anlaşma imzalanırken, bu döneme damgasını Askerî Eğitim İşbirliği Anlaşması vurdu. Müşterek askerî tatbikatlar yapılmaya başlayınca iki ülke ilişkisi ilk defa ittifak olarak nitelenmeye başladı. Gerçek manada bir ittifaktan söz edilemeyecek olsa da, Arap dünyasında böyle bir algı oluşmuştu.

İlişkilerdeki bu sıçramanın da en büyük sebebi yine Orta Doğu’da yaşananlardı. O dönemde PKK’ya destek veren Suriye ile Türkiye savaşın eşiğine gelmişti. Mısır Suriye’yi destekliyor özellikle Fırat suyunun paylaşımı konusunda Türkiye’yi uluslararası platformlarda köşeye sıkıştırmaya çalışıyordu. Türkiye’de rahatsızlığa sebep olan eylemler peşindeki İran, bir yandan da İsrail’e karşı Hizbullah’ı destekliyordu. Orta Doğu’da müşterek tehdit algısı Ankara ve Tel Aviv’i birbirlerine yaklaştırmıştı. Kuşkusuz iki müttefikinin birlikte hareket etmesini isteyen ABD’nin taraflara bu yönde telkinde bulunması da, yakınlaşmaya hızlandıran bir unsurdu. Filistin’le İsrail arasındaki barış süreci henüz sekteye uğramamıştı. Filistin devlet başkanı Yaser Arafat da, Türkiye-İsrail yakınlaşması sayesinde Türkiye’nin Filistin meselesi konusunda daha yapıcı bir rol alabileceğini ifade ediyordu. İki tarafın askerî ve sivil yetkililerinin koordinesiyle yürütülen birkaç karşılıklı algı oluşturma hamlesiyle, Türkiye ve İsrail kamuoyları yakınlaşmaya kolayca hazırlandı.

2000’deki 'İkinci İntifada’yla birlikte ‘altın çağ’ son buldu. Bülent Ecevit’in başbakan sıfatıyla İsrail’i Filistinlilere soykırım yapmakla itham eden sözlerine İsrail tarafı ‘1915 olaylarını soykırım olarak tanırız’ tehdidiyle cevap verdi. 2002-2009 döneminde ilişkiler hep Filistin sorununa endeksli biçimde sürdürüldü. Türk vatandaşlarının İsrail askerleri tarafından öldürüldüğü 31 Mayıs 2010’tan itibaren ikili ilişkiler en derin kriz dönemine girdi.

Bugün  Ankara’yı Tel-Aviv’le bir kez daha yakınlaşmaya sevk eden sebepleri de yine esas olarak Orta Doğu’da aramak gerekiyor. Suriye krizi, DAEŞ’le mücadele, Irak’ta yaşananlar, İran’ın bölgede giderek daha büyük bir nüfuz alanına sahip olması gibi olaylar her iki başkentte de dikkatle izleniyor. Fakat bu kez, Doğu Akdeniz’deki enerji rezervlerinin paylaşımı konusunu da güçlü bir amil olarak değerlendirmeye katmak mecburiyetindeyiz. ABD ise her zaman olduğu gibi Türkiye ile İsrail’in aralarındaki soğukluğun giderilmesini istiyor. İsrail’le yakınlaşma olursa, bunu Mısır ve Güney Kıbrıs’la da sürpriz açılımların izleyebileceği söylenebilir. 2016’da Doğu Akdeniz’de yeni bir enerji iş birliği için önemli adımlar atılabilir...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.