2016’da küresel siyaset

A -
A +
Her yıl olduğu gibi, 2015’in son yazısında da genel bir küresel siyaset değerlendirmesi yapacağım. Gelecek hafta da 2016’da Türkiye’nin muhtemel dış politika önceliklerine göz atacağım...

2016’da dünyada en çok konuşulacak gelişme kasım ayında ABD’de yapılacak başkanlık seçimi olacak. Bugünlerde Cumhuriyetçi ve Demokrat Parti'nin başkan adayları eyalet eyalet dolaşarak, delegelerin desteğini toplamaya çalışıyorlar. Muhtemelen haziran ortasında her iki partinin de başkan adayları kesinleşmiş olacak. Takip eden aylarda da iki aday arasında kıyasıya bir başkanlık yarışı izleyeceğiz.

ABD seçiminde Demokrat Parti adayının Hillary Clinton olacağına kesin gözüyle bakılıyor. Cumhuriyetçi kampta ise karışık bir tablo söz konusu. Her ne kadar sıra dışı söylemleri yüzünden Donald Trump’un ismini sık sık medyada duysak da, önümüzdeki günlerde Senatör Ted Cruz’un Trump’u geçebilme ihtimali halen mevcut.

Şayet başkan adayı olabilirse Hillary Clinton’un karşı karşıya kalacağı en büyük sorun, kendisinden önceki 8 yıllık Obama döneminin yükü olacak. Zira Obama 2008’deki ekonomik krizin faturasının ABD halkı tarafından Cumhuriyetçi yönetime kesilmesi sayesinde başkanlık koltuğuna oturmuş ama ekonomik alandaki vaatlerinin bir bölümünü 8 yıla rağmen halen gerçekleştirememiş bir başkan. Dahası Cumhuriyetçiler, Obama döneminde ABD’ye yönelik güvenlik tehdidinin arttığını ve bu durumun ortaya çıkmasında Obama’nın olduğu kadar onun ilk döneminde dışişleri bakanı olan Hillary Clinton’un da hatalarının bulunduğunu savunuyorlar.

AB cephesinde 2016 boyunca mülteciler en önemli konu olmaya devam edecek. Birçok AB uzmanının "Birlik’in bugüne kadar yaşadığı en büyük kriz" olarak nitelendirdiği mülteci akını 2015’in ikinci yarısında AB içinde derin bir çatlak meydana getirmişti. Suriye başta olmak üzere Orta Doğu, Afrika ve Asya’dan Avrupa’ya akan bir milyonu aşkın insanın AB sınırları içinde nasıl yerleştirileceği ve yeni mülteci dalgalarının nasıl engelleneceği Brüksel’de hararetli tartışmalara yol açmayı sürdürecek.

2015’in sonunda BM Güvenlik Konseyi’nde alınan karar çerçevesinde Suriye’de bir ateşkes umudu doğmuş olsa da, tarafların önüne konulan yol haritasının uygulanabilir olabilmesi için evvela ‘tarafların’ kim olduklarının netleşmesi gerekiyor. Bugün itibariyle BM Güvenlik Konseyi üyelerinden ‘Esadlı çözüme’ net şekilde karşı çıkan bir devlet kalmamış gözüküyor. Ama ateşkes masasının etrafında kimlerin oturacağı, Suriye muhalefetini kimlerin temsil ettiği, PYD’nin konumunun ne olacağı ve en önemlisi IŞİD’e yönelik nasıl bir mücadele stratejisi yürütüleceği gibi soruların ancak 2016’nın ilk aylarında cevaplanabilmesi mümkün olacak. Pamuk ipliğine bağlı bir ateşkesten, Suriye halkı için kalıcı bir barış çıkıp çıkmayacağı, kırılgan barışın nasıl muhafaza edileceği gibi hassas soruların da 2016’da cevaplanmasını bekleyeceğiz.

Rusya 2016’da da enerji fiyatlarındaki düşüşün ekonomisinde yol açtığı yaraları sarmaya çalışacak. Mevcut düşüş eğiliminin sürmesi ülke içinde bastırılmış muhalefetin sesini yükseltmesine ve ‘Federasyon’da gerilimler yaşanmasına yol açabilir. İçeriyi kontrol edebilmek için Vladimir Putin’in Rusya halkının gözlerini ülke dışına çevirecek yeni hamleler yapması muhtemel. Bu bağlamda Rusya Suriye krizine daha çok müdahil olabilir. Bu ise uzun vadede Moskova için sürdürülebilir bir politika olmaktan çok uzak. Putin’in nihai hedefi Doğu Akdeniz enerji rezervlerinin piyasalara aktarılması üzerinde bir baskı oluşturmak olsa bile, bölgedeki Rus askerî varlığının NATO’da meydana getirdiği kaygı, gerilimin daha da artmasına yol açabilir. Gerilim arttığında da Putin’in ülke içindeki muhalif sesleri susturmak için daha çok baskı aracı kullanması kaçınılmaz hale gelir.

Filistin-İsrail anlaşmazlığında 2016’da devasa adımlar atılacağına dair herhangi bir emare mevcut değil. ABD’deki seçimin galibi belli olana ve yeni başkan Orta Doğu politikasını açıklayana değin, tarafları yeniden barış masasına ciddi hedeflerle oturtabilecek bir unsur mevcut değil. Obama’nın 7 yılda başaramadığını, son görev yılında gerçekleştirmesi de mümkün olmayacak.

Suudi Arabistan liderliğindeki Körfez ülkeleriyle İran arasındaki mücadelenin önümüzdeki yıl da büyüyerek devam edeceğini söyleyebiliriz. Suriye meselesinde nispi bir iyileşme olsa bile, Suudi Arabistan-İran zıtlaşması bölgede Irak’tan Yemen’e uzanan geniş bir hat üzerinde ani gelişebilecek kriz potansiyeline sahip.

Yükselen güç Çin ise dünyanın hassas bölgelerine ‘temkinli giriş’ politikasını sürdürecek. Bilhassa Asya-Pasifik ve Afrika’da artan Çin mevcudiyeti ABD ve bazı Avrupa ülkeleriyle sürtüşmelerin artabileceği sinyalini veriyor.

Önümüzdeki yılın küresel siyasette zıtlaşmaların ve rekabetin yoğun olarak yaşanacağı bir dönem olacağını göreceğiz. Şayet tarihsel örnekler bir kez daha doğrulanırsa, son beş asırdır her ‘sıklet merkezi değişimi’ öncesinde gördüğümüz şekilde, çok daha büyük çaplı bir çatışmanın öncü sarsıntıları olabilir bunlar. Dünyanın her zamankinden çok düzene ve etkin işleyen bir kriz çözüm mekanizmasına ihtiyacı var.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.