Cumhuriyetçiler mi, Demokratlar mı Türkiye için daha hayırlı?

A -
A +

Geçtiğimiz salı günü ABD başkanlık seçiminde yarışacak adayları belirleyecek delegeleri seçmek için aynı anda birçok eyalette ‘eğilim yoklaması’ yapıldı. ‘Süper Salı’ olarak isimlendirilen bu çoklu yoklamalar önümüzdeki aylarda da birkaç kez tekrar edilecek. İlkinde Cumhuriyetçi parti aday adaylarından Donald Trump, Demokrat parti aday adaylarından ise Hillary Clinton galip çıktı. Mevcut tablo diğer eyaletlerde yapılacak eğilim yoklamalarında da değişmezse, bu iki isim kasımda düzenlenecek seçimde partilerinin başkan adayları olarak yarışacaklar.
Siyasi, askerî ve ekonomik gücündeki göreli düşüşe rağmen halen tek hiper güç konumunda olan ABD’de kimlerin iktidarda olacağının tüm dünyada yakından takip edilmesinden daha tabii bir şey olamaz. Hâl böyle olunca da, birçok ülkede şimdiden, Ocak 2017’de başkanlık koltuğuna oturabilecek kişi ve onun takip edeceği siyasete ilişkin, basit tahminlerin ötesinde, bilimsel dayanakları olan çalışmalar yürütülüyor.
ABD başkanlık seçimi hâliyle Türkiye’de de ilgi çekiyor. Bunu ikiye ayırarak değerlendirmek lazım. Bir yanda, devletin önümüzdeki dönemde ABD’yle ilişkilerinin nasıl şekillenebileceğine dair detaylı ve ayakları yere basan analizler hazırlayan çeşitli devlet kurumları, özel teşebbüs ve onların iş birliği hâlinde olduğu uzman kuruluşlar var. Diğer yanda da toplumun çeşitli kesimlerinin yaptığı ve zaman zaman gazete köşelerine de yansıyan kısmen yüzeysel tartışmalar söz konusu. Birincisi daha kapalı kapılar ardında, ikincisi ise kamuoyunun gözünün önünde yürüdüğü için, halkımızın ABD’deki adaylar, partiler ve onların muhtemel kadrolarının takip edeceği siyaset hakkındaki izlenimleri de, daha çok ikinci tartışma süreci üzerinden oluşuyor.
Şüphesiz bu Türkiye’ye özgü değil. Kamuoyu önünde, televizyon ekranlarında ve gazetelerde yapılan ABD seçimi tartışmalarının popülist söylemler içermesi, sığ bilgi kırıntılarıyla bezenmiş temenni yumaklarından teşekkül etmesi dünyanın dört bir köşesinde ziyadesiyle yaygın bir durum. İkili ilişkilerdeki uyuşmazlık alanlarının son dönemde artması sebebiyle, ülkemizdeki tartışma ortamı sadece biraz daha yoğun ve duygusal.
Dış politikanın kamuoyunun ilgisini çekmeye başladığı son 40-50 yılı göz önünde bulundurursak, esasen 1968 başkanlık seçiminden bu yana Türkiye’de geniş halk kitlelerinin dört yılda bir iki temel soru üzerinden ABD’deki adayları değerlendirmeye tabi tuttuğunu söyleyebiliriz:
‘Hangi aday Türkiye’yi seviyor?’ ‘Hangi partinin kadroları Türkiye’nin millî menfaatlerine daha sıcak bakıyor?’
Bu iki soru, hâlihazırda devam eden başkan adaylarını belirleme sürecinde sıklıkla sorulmaya başladı. Adaylar netleştikten sonra da, ABD seçimiyle ilgili televizyon ve gazete haberlerinde bu sorular daha çok gündeme gelecek. Daha önce defalarca olduğu gibi.
İlk bakışta anlamlı gibi gözükseler de, bu sorulara verilecek basit cevaplar ‘yeni’ ABD yönetiminin Türkiye ile yürütebileceği ilişkilerin sağlıklı bir analizinin yapılmasına zemin oluşturamaz. Adayların herhangi birinin ‘Türkiye düşmanı’ olduğu yorumu ya da bir partinin muhtemel yönetim kadrosunda yer alabilecek bir ismin Türkiye’nin çıkarlarına açıkça karşı olduğu değerlendirmesi ancak başka verilerle desteklendiği, ikili, çok taraflı, bölgesel ve küresel değişkenler ışığında işlendiği vakit bir mana kazanabilir.
Geçmişteki birçok örnekte görüldüğü üzere, seçim çalışmaları sırasında Türkiye’de büyük sempati uyandıran, hatta seçildikten sonra da bir süre Türkiye ile çok yakın ilişkiler geliştiren bir başkan, bir süre sonra iç ve dış dinamiklerde meydana gelen değişiklikler sebebiyle, tam aksi istikamette bir tavır takınabilir. Çok gerilere gitmeden, mevcut ABD Başkanı Barack Hüseyin Obama’nın ilk yıllarındaki Türkiye-ABD ilişkilerinin durumuyla, bugünkü durum arasında mukayese yapmak yeterlidir.
Zannediyorum ki, ülkemizde yapılan ABD’yle ilgili değerlendirmelerde en sık tekrar ettiğimiz hata, ABD devlet yönetiminde kişilerin katkısını olduğundan daha büyük görmemizdir. Hatta bazılarımız, ‘ABD başkanı ne derse o olur’ sanıyor. ABD seçim sürecini biraz farklı gözle izlersek, belki bu kez daha sağlıklı değerlendirmeler yapma ihtimalimiz artar...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.