ABD VE KÜBA

A -
A +
ABD Başkanı’nın Küba’ya gerçekleştirdiği ziyaretle ilgili tüm haberlerde “tarihî” ifadesi kullanıldı. Ziyareti tarihî yapan sadece çok uzun bir aradan sonra bir ABD Başkanı tarafından gerçekleştirilmesi değil. Asıl önemli olan ABD’nin Soğuk Savaş’tan arta kalan son ikili problemini de çözmüş olması. “ABD için Soğuk Savaş asıl şimdi bitti” yorumlarında büyük bir haklılık payı var.

Hemen yanı başındaki Küba’ya ABD’nin ilgisi kuruluş dönemlerine kadar uzanıyor. ABD’nin İngiltere’den bağımsızlığını kazandığı ilk yıllarda bile Küba’nın mutlaka ABD’ye katılması gerektiğini söyleyen devlet adamları olmuştu.

1840'lardan itibaren ABD’de alevlenen genişlemeci ve bir ölçüde emperyalist akımların ilk hedeflerinden biri de Küba’ydı. Küba’yı ABD için önemli kılan hem ticari önemi hem de coğrafi konumuydu. Şeker kamışı ve tütün plantasyonları iş adamlarının iştahını kabartırken, Ada’nın ABD’ye yapılabilecek bir saldırı için sıçrama tahtası olarak kullanılabileceği ihtimali de stratejik değerlendirmelerde yer alıyordu. Güney Amerika’daki sömürgelerini 19. Yüzyılın ilk çeyreğinde birer birer kaybeden İspanya’nın elinde bulunan Küba, bu ülkenin “Batı Yarıküresi”ne dönük dış politikasının da can damarıydı.

1898’de İspanya’yla savaştan galibiyetle çıkan ABD, Filipinler ve Porto Riko’nun yanı sıra Küba’yı da ele geçirdi. ABD’de Küba’ya kâğıt üzerinde bağımsızlık verse de Ada, uzun yıllar aslında bir sömürge türü olan ‘protektora/himaye’ rejimi altında kaldı. ABD 1901’de, bugün hâlâ Amerikan toprağı olan Guantanamo bölgesini aldıktan sonra Küba’dan askerlerini çekse de, ülkeye olan yakın ilgisini ve siyasi müdahalelerini devam ettirdi.

Nitekim 1930’da ABD’nin desteklediği Fulgencio Batista darbeyle iktidarı ele geçirerek ülkede bir dikta rejimi kurdu.

ABD-Küba ilişkilerinin kopmasına yol açan gelişmeler ise 1959’daki Küba Devrimi’yle başladı. Batista’yı deviren Fidel Castro ve Che Guavera liderliğindeki solcu gerillalar ülkede kurdukları yeni düzenle tüm yabancı yatırımları millîleştirdiler. Washington bundan rahatsızlık duydu. Hatta, devrimden sonra ABD’ye kaçan Batista yanlılarını silahlandırıp eğiten CIA 1961’de Castro’yu devirmek için harekete geçti. Domuzlar Körfezi bölgesine yapılan çıkarma başarısızlıkla sonuçlandı. ABD’nin giderek artan tehditleri karşısında Castro SSCB’ye yanaştı. Sovyetler için Küba’yla askerî iş birliğinin sağladığı birtakım avantajlar vardı. Zira ABD, SSCB’nin hemen yanı başına, Türkiye topraklarına orta menzilli nükleer füzeler yerleştirmişti. Moskova da Küba’ya nükleer füzeler yerleştirerek ABD’ye misillemede bulunma fırsatını değerlendirmek istiyordu. Ekim 1962’de Soğuk Savaş tarihinin en büyük krizi, SSCB’nin Küba’ya nükleer füze yerleştirme girişimine ABD’nin engel olmaya çalışmasıyla yaşandı. Dünya bir nükleer savaşın eşiğinden döndü. SSCB Küba’ya füze yerleştirmekten vazgeçti. ABD ise 3 ay sonra Türkiye’deki füzeleri geri çekti.

İkili ilişkileri tamamen kopan ABD ve Küba arasında yarım yüzyılı aşkın bir süre devam edecek olan gerilimli bir dönem başladı. CIA sayısız kereler Castro’yu öldürmeye çalıştı. Küba’nın Amerikan Devletleri Örgütü’ndeki üyeliği askıya alındı. ABD Küba’ya ambargo başlattı.

İşin ilginç tarafı, ABD-Küba düşmanlığı Berlin Duvarı’nın 1989’da yıkılmasına, SSCB’nin 1991’de ortadan kalkmasına ve dünyada ideolojik kutuplaşmanın sona ermesine rağmen devam etmekteydi. Obama, Ada’yı ziyaret ederek yakınlaşmayı geriye dönülmesi çok zor bir noktaya taşıdı.

Irak’tan çekilme ve İran’la yeni bir sayfa açma gibi iki önemli karara imza atan Obama’nın Küba açılımı, resmî olarak komünist yönetime sahip bir ülkeyle ABD’nin tek ilişkisi değil. Komünist Çin Halk Cumhuriyeti ve Vietnam’la ABD arasında gayet gelişmiş siyasi ve ekonomik ilişkiler var. Üstelik bu iki ülkede de, tıpkı Küba’da olduğu gibi ciddi insan hakları sorunları yaşanıyor.

ABD ve Küba devlet başkanlarının Havana’daki ortak basın toplantısında ‘insan hakları’ gazetecilerin en fazla soru sordukları konu başlığıydı. Obama ve Raul Castro bu soruları tam anlamıyla geçiştirdiler. Obama, kendileri için insan haklarının önemli olduğunu ama devletlerin kendilerini yönetme biçimine karışma niyetinde olmadıklarını söylerken, Castro Küba’nın insan hakları bakımından Batı’dakinden çok daha ileri olduğunu savundu. İki taraf da ilişkileri ilerletmekten yana olmalı ki, ilk günden böyle hassas bir konunun üstünde çok durmadılar. Tam da bu sebeple ziyaret, dış politikada pragmatizmin çarpıcı bir örneği olarak da tarihe geçti...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.