Üç tespit üç öneri

A -
A +
ABD yönetiminin Türkiye’ye karşı başlattığı taarruzun sebebinin rahip meselesi olmadığı son bir haftadır yaşananlarla daha aşikâr hâle geldi. Washington Türkiye’nin kendi dümen suyundan çıkmamasını istiyor. Trump Türkiye’nin ABD’nin millî  menfaati olarak tanımladığı hiçbir başlığa itiraz etmemesini, mutlak itaat içinde davranmasını, Rusya’ya karşı kendisi nasıl davranıyorsa, Türkiye’nin de aynı şekilde davranmasını bekliyor. Suriye’de kurmaya çalıştığı ‘düzene’ sorgusuz sualsiz destek vermesini, İran yaptırımlarına harfiyen katılmasını talep ediyor. İsrail’in uluslararası hukuku hiçe sayan eylemlerine gözünü kapamasını, Kudüs’ün oldubittiyle başkent ilan edilmesine sesini çıkarmamasını arzuluyor. Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da savunma sanayiinde kendisine bağımlı kalmasını, kendisinin onay vermediği ülkelerden savunma sistemleri almamasını, ‘gel’ deyince gelmesini, ‘git’ deyince gitmesini, ‘beşin dünyadan büyük olduğunu’, ABD’nin de ‘tek büyük’ olduğunu kabul etmesini istiyor.
Trump’ın sözlerine ve eylemlerine yön verenlerin ABD’nin millî menfaatlerini düşündükleri yok. Kendi cemaat çıkarlarını, her şeyin üstünde gören bu kitle kendilerinin iktidarını sağlamlaştıracağını düşündükleri adımları, sonuçlarının ne olabileceğini doğru dürüst planlamadan atıyorlar. Güç sarhoşluğu yaşıyorlar.
Türkiye ile ABD arasında yaşanmakta olan krizin bugüne mahsus olmadığını, ABD’nin kendi iç dinamikleri sayesinde bugün Washington’da yönetim koltuklarını dolduran bu mutaassıp kitleden kurtulmadığı sürece devam edeceğini geçen haftaki yazımda dile getirmiştim. Mevcut durumla ilgili üç tespit yapıp akabinde üç öneride bulunacağım.
Birinci tespit: Türkiye yalnız değil. ABD yönetimi sadece Türkiye’ye hücum etmiyor. Bir yandan Çin’le, diğer yandan Rusya’yla uğraşıyor. Almanya’yla derin görüş ayrılıkları yaşıyor. Birçok AB üyesinin hükûmetleri ABD yönetiminin politikalarından rahatsızlıklarını açıkça dile getiriyor. ABD’ye karşı olanların sayısı, onunla birlikte hareket edenlerden çok daha fazla.
İkinci tespit: ABD’yle ilk defa kriz yaşamıyoruz. Son 60 yılda yaşadığımız krizlerin başlıcalarını bir paragrafta sayayım:
1960 U-2 casus uçağı meselesi, 1962 Küba bunalımı, 1964 Johnson mektubu, 1968-1974 Haşhaş meselesi, 1974-1978 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası silah ambargosu, 1980'lerin başı Çevik Güç krizi, 1990'lar Helikopter ve Fırkateyn ambargosu, 90'ların sonunda Çekiç Güç’ten kaynaklanan gerilimler, 2003 Çuval Krizi, her 24 Nisan’da tekrarlanan sözde ‘soykırım’ krizi, periyodik hâle gelen büyükelçi krizleri, 15 Temmuz sonrası daha da netleşen FETÖ’ye ABD’nin verdiği destekten kaynaklanan problemler...
Bütün bu krizlerin ortak noktası, Türkiye’nin sonuna kadar haklı, ABD’nin ise haksız oluşu. Evvelce Türkiye’yi tehdit edenler, yaptırımlarla ‘terbiye etmeye’ kalkanlar, ‘istediğimizi yapmazsanız Washington’u aradığınızda telefonunuzu kimse açmaz’ diyenler bugün yok. Geçmiştekilerle benzer yöntemler kullanarak sonuç elde etmeye kalkanlar da yarın ABD siyasetinde olmayacaklar.
Üçüncü tespit: Trump’ın ve onu yönlendiren grupların ABD’nin içinde ve dışında izlediği siyasetten son derece rahatsız olan geniş bir seçmen kitlesi mevcut. Trump’a en sert eleştiriler, hedef aldığı ülkelerde değil, bizzat ABD’nin içinde yapılıyor. Trump’ın Rusya ve Çin’e yaptığı gibi Türkiye’yi de hedef tahtasına oturtmasının ABD’nin stratejik öncelikleriyle örtüşmediğini bilenlerin sesleri her geçen gün daha gür çıkıyor. Bunlar kasım ayındaki ara seçimi bekliyorlar...
Bu tespitlerden hareketle üç öneride bulunacağım.
Birinci öneri: ABD yönetiminin uluslararası alandaki davranışlarının küresel sistem üzerinde olumsuz etkileri olduğunu düşünen başkentlerle güçlü bir diyalog mekanizması kurulmalı. Bu çerçevede başta Almanya olmak üzere AB üyeleriyle, Rusya ve Çin’le en azından asgari müştereklerde bir tutum birlikteliği içine girilmeli. Mevcut ABD yönetiminin tek başına dünyaya yön veremeyeceği sadece Ankara’dan değil, eş zamanlı olarak birçok başkentten dillendirilmeli. Eylül ayında gerçekleşecek Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantıları öncesinde söz konusu ortak söylemin ana unsurlarının tespitine çalışılmalı.
İkinci öneri: ABD’nin sadece Trump ve onu yönlendiren gruplardan ibaret olmadığından hareketle, doğrudan Amerikan kamuoyuna yönelik çok güçlü bir kamu diplomasisi atağı başlatılmalı. Tüm karalamalara ve algı operasyonlarına rağmen Türkiye’nin yanında yer almaya devam eden Amerikalıların desteği alınmalı. Aynı hamle AB ülkeleri için de yapılmalı.
Üçüncü öneri: Mevcut ABD yönetimiyle diplomatik temas kanalları açık tutulmalı. Krizin devam ettirilmesinin ABD açısından sonuçlarının neler olabileceği muhataplarımıza anlatılmalı.
Ve bütün bunlar yapılırken dış politikanın bir prensibi hiç akıldan çıkarılmamalı: Diplomasi, ideal olanı değil, mümkün olanı elde etme sanatıdır. Öyle olduğu için de, def-i mesafid, celb-i menafiden evladır.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.