Akdeniz’in Türkiye için kilit önemi

A -
A +
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarının ilan edilmesi konusunda atılan en önemli adım Libya ile imzalanan mutabakat muhtırası oldu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın vizyonu ve liderliği sayesinde gerçekleşen Libya anlaşması sonrasında ortaya çıkan durumu maddeler hâlinde özetleyelim...
Birincisi, yıllardır Kıbrıs meselesinde bir çözüm olmadığı sürece Türkiye’nin de Akdeniz’de herhangi bir adım atmaması gerektiğini savunan çevrelerin görüşleri anlamını kaybetmiştir. Akdeniz siyaseti, Kıbrıs parantezinden çıkarılmıştır. Bu, diplomasimiz açısından bir dönüm noktasıdır. Kıbrıs’ta, Türkiye’nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin hak ve menfaatlerine aykırı hiçbir çözüm ihtimalinin dayatılması mümkün olmadığı gibi Kıbrıs ileri sürülerek Türkiye’nin çok daha geniş bir alanda uluslararası hukuktan kaynaklanan tabii haklarını elde etmesinin engellenmesi de mümkün değildir.
İkincisi, Aralık 1999’da aday statüsü vermesinin üzerinden 20 yıl, Aralık 2005’te müzakerelere başlama kararı almasının üzerinden 14 yıl geçmiş olmasına rağmen Türkiye’nin üye olarak alınmasının önüne engeller koymaya devam eden AB’nin, Türkiye’nin kendi millî menfaatleri doğrultusunda adımlar atmasının önüne geçebilme gücü yoktur. AB Konseyi, kendi hukukunu da hiçe sayarak 2004’te üye olarak aldığı Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin ve Yunanistan’ın yönlendirmesiyle Türkiye’nin Akdeniz’deki girişimlerini ne kadar etkisizleştirmeye çalışırsa çalışsın, bu yönde muvaffak olmasına yardımcı olabilecek araçlardan mahrumdur. Önümüzdeki en az beş yıl boyunca Brexit’e ve bunun sonuçlarına kilitlenecek olan AB için, ortak dış ve güvenlik politikası sadece kâğıt üzerinde kalmıştır.
Üçüncüsü, bundan böyle Türkiye’nin bir Akdeniz siyaseti vardır. Kıyıdaş ülkelerle ilişkiler, bölgeye ilgi duyan diğer ülkelerle temaslar, Kıbrıs meselesi, AB ile ilişkiler ve bunun gibi konular Türkiye’nin Akdeniz siyasetinin ancak birer alt başlığı olabilir. Bu konulardan hiçbirinin en az 40 yıldır Kıbrıs meselesinin yaptığı gibi, Türkiye’nin Akdeniz’deki önceliklerini rehin almasına izin verilmeyecektir. Mavi Vatan konsepti temel alınarak şekillendirilen Akdeniz siyaseti, uluslararası hukuk temelinde ve karşılıklı hak ve menfaatlerin gözetilmesi ilkesine dayalı olarak yürütülmektedir.
Dördüncüsü, Akdeniz’de Türkiye’nin attığı adımlardan Yunanistan başta olmak üzere bazı devletlerin rahatsız olması tabiidir. Hatta Türkiye’nin kazanımlarına mâni olmak için Akdeniz’e kıyısı dahi olmayan bazı devletlerin Libya’da Hafter güçlerine -sırf Türkiye karşıtlıklarından dolayı- destek oldukları ortadadır. Türkiye’nin haklarını korumak için, tamamen uluslararası hukuk kuralları ve iç hukuk düzenlemeleri çerçevesinde, gerekli tüm adımları atmasından daha tabii bir şey olamaz. Söz konusu adımlar, savunma yardımları ve satışları, danışmanlık, eğitim programları ve davet edilmesi hâlinde kuvvet gönderme şeklinde olacaktır.
Beşincisi, BAE ve Suudi Arabistan’ın Libya’da Hafter güçlerine neden destek olduklarını sorgulama ihtiyacı dahi duymadan, Türkiye’nin BM’nin tanıdığı meşru Libya Hükûmeti’ne desteğine karşı çıkılmasının anlamlı bir açıklaması yoktur. Mısır’da meşru yollarla iktidara gelen Muhammed Mursi’yi bir askerî darbeyle devirenlerin ilk icraatından biri olarak Türkiye’nin aleyhine olacak şekilde GKRY ile münhasır bölge sınırlamasını Mübarek dönemindeki gibi tekrarladığını unutmamak gerekir. Dolayısıyla, meşru Libya Hükûmeti’nin devrilmesi ve ipleri başkalarının elinde olan Hafter’in Libya’da yönetime gelmesi Türkiye-Libya deniz yetki alanları mutabakat muhtırasının tek taraflı olarak iptali durumunu ortaya çıkaracaktır. Yunanistan dört gözle bu gelişmeyi beklemekte fakat ekonomik ve askerî yetersizlikleri sebebiyle Hafter’e siyasi destek vermenin ötesine geçme teşebbüsünde dahi bulunamamaktadır. Buna karşılık, hukuki ve siyasi argümanları güçlü, ekonomik açıdan yeterli ve uluslararası alanda harekât yapma tecrübesine ve kapasitesine sahip Türkiye’nin -millî menfaatleri açısından hayati önemi haiz bu konuda- “bekle ve gör” siyaseti takip etmesini kimse aklına bile getirmemelidir.
Altıncısı, modern uluslararası siyasette “meşruiyet”, “zamanlama”, “konjonktürel mini ittifaklar”, “sonuç odaklı akılcı eylem” ve “girişim sonrası yeni gerçeklik inşası” beşlisi giderek standart hâle gelmektedir. Türkiye’nin Akdeniz siyaseti bu beş unsuru da içermektedir. Elbette günümüz küresel siyasetinin dinamik niteliği, bu unsurların dış politika yapmak ve icra etmekle görevli tüm tarafların mükemmel koordinasyonuyla bir arada tutulmasını gerektirmektedir. Günümüzde dış politikada koordinasyonun nasıl olması gerektiğiyle ilgili görüşlerimiz için 8 Aralık tarihli yazımıza müracaat edilebilir...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.