Akdeniz dengeleri

A -
A +
Artık çok net; önümüzdeki yıllar boyunca Akdeniz’deki güç mücadelesi uluslararası ilişkilerin ana gündem maddelerinden birini oluşturacak. Söz konusu mücadele Ege’deki Türk-Yunan ihtilafının ötesine taşınmış ve uluslararası bir mahiyet kazanmıştır. Tarafları tek tek değerlendirelim:
Türkiye, Ege’de Lozan düzeni ve uluslararası deniz hukukun temel ilkelerine dayanarak egemenlik haklarını savunuyor. Yunanistan’ın silahlardan arındırılmış adalara askerî kuvvet yerleştirme, kara sularını 6 milin üzerine çıkarma, ada ve kayalıklara kıta sahanlığı ihdas etme gibi akıllara ziyan teşebbüslerine hem diplomasi masasında hem de sahada kararlı şekilde karşı çıkıyor. Akdeniz’de ise doğrudan uluslararası deniz hukukundan kaynaklanan deniz yetki alanlarını ilan etmiş durumda. Bu çerçevede bir yandan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile kıta sahanlığı paylaşım anlaşması, diğer yandan da Libya ile deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşması mevcut. Söz konusu anlaşmaların kâğıt üzerinde kalmaması için Türkiye, arama-sondaj gemileri ve donanmasıyla tanımlanan egemenlik sahalarında bayrak gösteriyor.
Yunanistan, Lozan düzeninin adalarla ilgili hükümlerini uzun yıllardır hiçe sayıyor. Boğazönü adalarına askerî tahkimat yapıyor. On iki adalara askerî amaçlı tesisler inşa ediyor. Kara sularını henüz 6 milin üzerine çıkarmaya cesaret gösterememekle birlikte, hava sahasını 10 mil varsayıyor. Türkiye kıyılarına çok yakın adalarının, kendi ebatlarıyla ters orantılı deniz yetki alanları olduğunu iddia ediyor.
Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Yunanistan’ın tüm tezlerini destekliyor ve Doğu Akdeniz politikalarında, coğrafi avantajını da kullanarak, kilit bir rol oynamaya çalışıyor. Mısır, İsrail ve Lübnan ile münhasır ekonomik bölge paylaşım anlaşmaları imzalayan GKRY, Kıbrıs Türklerinin hak ve menfaatlerini yok sayıyor. Buna mukabil KKTC, Türkiye ile yaptığı anlaşma çerçevesinde kendi deniz egemenlik sahasında, TPAO’nun arama ve sondaj faaliyetleri yürütmesi için gerekli ruhsatları vermiş durumda.
Diğer aktörlere gelince, İsrail, GKRY ile anlaşma yaptıktan sonra kendi sahasındaki sondaj faaliyetlerini hızlandırdı. İsrail’in temel problemi, bulduğu doğalgazı nasıl transfer edeceği. Yunanistan’ın girişimiyle, GKRY ve Girit üzerinden Avrupa’ya uzanan bir boru hattı projesiyle ilgili anlaşma yapmış olsa da İsrail bunun ekonomik açıdan doğru bir proje olmadığının farkında. Türkiye üzerinden doğalgazı taşıma ihtimalini zaman zaman dillendiriyorlar. Fakat Filistin’in deniz yetki alanları ve işgal altındaki Filistin topraklarının geleceği gibi konular söz konusu edildiğinde İsrail, Türkiye ile iş birliğine uzak bir mesafede durmaya devam ediyor. Diğer taraftan, Türkiye ile Libya arasında yapılan benzer bir anlaşmanın Türkiye ile İsrail arasında da yapılabileceği iddia edilse de, mevcut siyasi konjoktür ve İsrail’deki neredeyse tüm siyasi partilerin Filistin topraklarını ilhak konusundaki yaklaşımları, yakın gelecekte bunun konuşulmasını bile imkânsız kılıyor.
Mısır bu denklemde şüphesiz en kârlı ülke. O kadar kârlı ki, kendi aleyhine olmasına rağmen, sırf Türkiye düşmanlığından, Yunanistan’la bile paylaşım anlaşması imzalayabiliyor. Mısır’ın kârlılığı, şu ana kadar Doğu Akdeniz’de bulunan en büyük ve verimli rezervin kendi alanında bulunmasından kaynaklanıyor. Diğer aktörler arama faaliyeti yaparken, ya da bulduğu gazı nasıl işleteceklerini düşünürken, Mısır çoktandır yeni LNG dönüşüm terminalleri yatırımı yapmanın peşine düştü. Hedefleri Doğu Akdeniz’in enerji merkezi hâline gelmek. Mısır, kendi gazını Libya üzerinden de Avrupa’ya aktarmak istediğinden, bu ülkede kendi güdümünde bir hükûmetin varlığıyla yakından ilgileniyor. Bu sebeple darbeci Hafter’i desteklemeyi sürdürüyor.
Fransa için kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz’deki enerji denkleminde söz sahibi olabilmek neredeyse en önemli dış politika hedefi hâline geldi. Evvela Sarkozy, şimdi de Macron, sanki geçen yüzyılın sömürgeci Fransa’sını diriltmek hevesindelermiş gibi hareket ediyorlar. Libya’da Türkiye’nin karşısında yer alan Fransa, Doğu Akdeniz’de de Yunanistan’a “moral” desteğini esirgemiyor. Bir taşla iki kuş vurmak isteyen Macron, fırsattan istifade Fransız yapımı savaş gemilerini de Yunanistan donanmasına pazarlamaya çalışıyor. Ama AB içinde Fransa’dan rahatsız olanlar da var.
Mesela İtalya, Fransa’nın Libya’daki hareketliliğinden hiç hazzetmiyor. Fransız petrol firmalarının Libya ve Doğu Akdeniz havzalarında pay kapma arayışına, İtalyan firmaları da Türkiye ile yakınlaşma çabasıyla karşılık veriyor. İki ülkenin Akdeniz yaklaşımları birbirinden süratle ayrılıyor.
Olup bitenden kârlı çıkan bir diğer ülke ise Rusya. Suriye kargaşasını kullanarak Akdeniz’e iyice yerleşen Rusya bir yandan Suriye’deki askerî varlığını perçinledi diğer yandan, dolaylı yoldan da olsa Libya’ya müdahale etti. İlginç bir şekilde Ruslar Akdeniz havzasındaki aktörlerle aynı anda hem rakip, hem de ortak olabilecek durumdalar. Türkiye ile ilişkileri açısından da bu durum geçerli. Bu iki ülkenin, Libya ve Doğu Akdeniz’de bir enerji iş birliği içine girmesi bile ihtimal dâhilinde.
Tavırlarıyla bütün dengeleri değiştirebilecek iki ülke kalıyor geriye: ABD ve İngiltere. Bunları iş birliğine çekebilenlerin Akdeniz’deki başarı ihtimali de yükselecektir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.