ABD-İran krizi nereye evrilir?

A -
A +
Kasım Süleymani’nin öldürülmesi sonucu Washington ile Tahran arasında aşırı yükselen tansiyon, İran’ın sınırlı misillemesine ABD’nin sessiz kalmasıyla birlikte en sıcak faslı geride bırakmış görünüyor.
Şimdi geriye cevaplanması gereken birçok soru kaldı.
İki ülke arasındaki gerginlik, Süleymani’nin öldürülmesi öncesindeki rutine döner mi?
ABD’nin BM Güvenlik Konseyi’ne gönderdiği mektup aracılığıyla, Irak’taki Amerikan üslerini vuran İran’ı müzakere masasına çağırması ve ön şartsız müzakere teklifinde bulunması ne anlama geliyor?
Kasım Süleymani’yi öldüren Amerikan yönetimi, bu saldırıyla başlayan sürecin nereye varmasını hedefliyor?
Bundan sonra ABD-İran ilişkileri normalleşme sürecine mi girer, yoksa gerginliğin giderek tırmandığı bir dönem mi başladı?
Krizin başta Irak olmak üzere Orta Doğu’ya etkisi nasıl olacak?
Bütün bu sorulara cevap verebilmek için, Süleymani’ye yönelik saldırı kararını kimin verdiğini bilmek gerekir.
Saldırı emrini Amerikan Başkanı Trump verdi kuşkusuz ancak Trump’ın bu emri vermesi nasıl gerçekleşti?
Amerikan halkının vergilerinin gereksiz savaşlarda harcanmasını istemediğini her fırsatta dile getiren Trump’ın, Suriye, Afganistan ve Irak tecrübeleri ortadayken İran’la sıcak çatışmaya girmek istemediği biliniyor.
Suriye’den çekilmek isteyen Trump neden İran’la savaşa varabilecek bir yolu açtı?
Elbette İran’ın en önemli komutanının öldürülmesi kararının ABD’de nasıl alındığını bilecek durumda değiliz. Ancak bu ülkede çok uzun zamandır, İran’ın nükleer silah yapmaya çalıştığını, Orta Doğu barışı için tehdit oluşturduğunu ileri sürerek vurulması gerektiğini söyleyenler olduğunu ve bunun için Clinton, Bush, Obama ve Trump dönemlerinde yoğun lobi faaliyeti yaptıklarını biliyoruz.
Başta İsrail olmak üzere, bazı Körfez ülkeleri yöneticilerinin ve bunların Washington’daki lobilerinin İran’ın en azından nükleer tesislerinin vurulması konusunda Amerikan başkanlarını ikna etmeye çalıştıkları sır değil.
Aslında İran’la “savaş” değil, müzakere masasında “zafer” isteyen Trump’ı ikna edip Süleymani’nin öldürülmesi emrini verdirdiler.
Trump’ı nasıl ikna ettikleri ise başka bir mevzu…
Belki Cumhuriyetçi senatörler üzerinden azil sürecini bir baskı aracı olarak kullandılar, belki de onu seçim öncesinde İran’a karşı böyle bir hamlenin Amerikan halkını etkileyecek bir adım olacağına inandırdılar.
Sürecin bundan sonra nasıl gelişeceği konusunda asıl önemli olan ise, ABD’deki söz konusu çevrelerin Süleymani’nin öldürülmesi ile yetinip yetinmeyecekleri sorusudur.
İran’ın bölgedeki vekâlet savaşlarının kilit ismi olan Kasım Süleymani’nin öldürülmesi, İsrail lobisi, bazı Körfez ülkeleri yöneticileri, bazı Cumhuriyetçiler ve bir kısım bürokratlardan oluşan Amerikan şahinleri için önemli ama yeterli bir adım değil. Bunların önemli bir kısmı İran’ın Irak gibi tamamen etkisiz hâle getirilmesini bekliyor.
Özellikle İsrail, Süleymani’nin öldürülmesiyle başlayan sürecin İran’ın nükleer tesislerinin vurulmasına ve balistik füze kapasitesinin tahrip edilmesine kadar uzamasını istiyor. Bu şekilde, tıpkı Irak’ta olduğu gibi, bölgede kendisi için tehdit olarak gördüğü bir ülkeyi ABD eliyle artık tehdit olmaktan çıkarmayı hedefliyor.
Tahran açısından bakıldığında ise, Süleymani’nin öldürülmesinin ardından İran’ın kendisini ABD ile topyekûn bir savaşa sürükleyecek adımlar atması hiç rasyonel değildi. Bu yüzden önce halkın tepkisini azaltacak şekilde, Irak’taki Amerikan üslerine sembolik bir saldırı gerçekleştirildi.
Bundan sonra İran’ın, bir yandan kendisine müzahir silahlı örgütleri kullanarak ABD’nin İran sınırlarından uzaklaştırılmasına yönelik adımlar atarken diğer yandan da hızlı bir şekilde nükleer silah edinmeye çalışacağı muhtemeldir. Zira Amerikan saldırısı İran’da Ruhani ve Zarif gibi ılımlı dış politika taraftarı olan aktörleri değil, Hamaney ve ona bağlı Devrim Muhafızları gibi radikal aktörleri öne çıkaracak.
Süleymani’nin öldürülmesinin İran halkında yol açtığı infial ise, bu ülkedeki radikal kesimlerin izleyecekleri sert politikalarda ihtiyaç duydukları desteği sağlayacak.
ABD’de, İran’ın nükleer tesislerinin ve stratejik askerî kapasitesinin vurulmasını uzun zamandır isteyen lobiler, İran’da da, nükleer silah sahibi olunmasını savunan aktörler öne çıkmışken iki ülke ilişkilerinin bundan sonraki süreçte giderek artan bir gerginliğe sahne olacağını tahmin etmek zor değil.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.