"Fethi, şu çocuk ile bizim Köse görürler"

A -
A +
Allahü teâlâ, ömrünüzü ve devletinizi ziyade etsin. İstanbul’un alındığını ne sen, ne de ben görebileceğiz. İstanbul’un fethini şu çocuk ile bizim Köse görürler Sultanım.”
 
 İstanbul’un Fethi -2-
Osmanlı Sultânı İkinci Murâd Han, Hacı Bayram-ı Velî’yi son derece sever ve o sırada payitaht olan Edirne’ye geldiğinde sık sık sohbetlerinde bulunurdu. Ona bir gün İstanbul’un fethi hakkında sual edince, Hacı Bayram-ı Velî “Allahü teâlâ, ömrünüzü ve devletinizi ziyâde etsin. Yalnız, İstanbul’un alındığını ne sen, ne de ben görebileceğiz” dedi. Sonra, bir köşede oynayan Şehzâde Mehmed (Fâtih) ile hizmet için kapı eşiğinde bekleyen Akşemseddîn’i göstererek “Ama şu çocukla, bizim Köse görürler” buyurur.
Küçük yaşta tahsiline ve yetişmesine çok ehemmiyet verilen Şehzâde Mehmed, devrin en seçkin âlimlerinden ilim öğrendi. İdarî yönden tecrübe kazanması için Manisa sancakbeyliğine tayin edildi. Büyük âlim olan Molla Gürânî, şehzâdeyi iyi bir şekilde yetiştirmesi için Manisa’ya gönderildi. Şehzâde Mehmed, Molla Gürânî’nin tatlı-sert eğitim metodu ile kısa bir süre sonra dört elle ilme sarıldı. Dinlenirken bile ilim ile uğraşmaya başladı. Şehzâdeliği ve pâdişâhlığı sırasında fıkıhta, Molla Hüsrev; tefsirde, Molla Gürânî, Molla Yegan ve Hızır Çelebi; matematikte, Ali Kuşçu; kelâmda [akaid ilminde], Hocazâde ve Ali Tûsî’den ilim öğrendi. İdare edeceği memleketlerden kim gelirse gelsin, ona kendi dili ile hitap etmek için Arapça, Farsça, Latince, Yunanca ve Sırpça öğrendi. Fen ve teknik bilgilerde derinleşti. İstikbâlde yapacağı savaşları kolaylaştıracak teknikler geliştirdi. Dünya cihângirlerinin hayatlarını dikkatle inceleyerek, bunların doğru ve yanlış hareketlerine hakkıyla vâkıf olup, tecrübelerinden faydalandı... Bütün bunların neticesinde, plânlı ve sistemli hareket etme fikrinin lüzumunu kavradı. Kudretli bir asker olduğu kadar geniş görüşlü bir fikir adamıydı. Askerî ve siyâsi sahada bir dehâ idi. Kılıçla kalemi bir araya getirmiş, kılıçla keşfi yan yana yürütmüştü. İyi bir ilim adamı ve şâirdi.  Dîvân sâhibi ilk pâdişâhtı. Çok çalışkandı, yorulmak bilmezdi. 
Çocukluğundan itibaren devrin en büyük âlimlerinin önünde diz çökerek mânevî bir terbiye alan, millî kültür ve cihangirlik şuuru içinde yetiştirilen Fâtih, bir an önce İstanbul’u fethetmek ve Peygamber efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” müjdesine mazhar olabilmek arzusundaydı. Saltanat tahtına oturur oturmaz bu büyük idealini gerçekleştirmeye çalıştı...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.