16 bin yedi yüz sayfalık gerekçeli mahkeme kararında, Ergenekon tesmiye olunan örgütle ilgili yeni ve ilginç şeyler var...
Dengir
Mir Fırat önemli bir siyasetçi. AK Parti'de uzun yıllar genel başkan
yardımcılığı ve parti sözcülüğü yaptı. Daha önce de Anavatan Partisinde
önemli konumlarda bulundu. Fırat'ın belki de esas hususiyeti, önemli
zamanlarda ve kritik meselelerde gösterdiği duruştur. Mesela 2000
yılında, Mesut Yılmaz'ın cumhurbaşkanlığı adaylığına soyunmak istediği
sırada, Sayın Fırat parti içinden çok değişik ve güçlü bir muhalefet
refleksi gösterdi... Önceki gün bir televizyon kanalında bazıları için çok
yeni ve orijinal nitelikte bilgiler verdi.
Bazıları için
ifadesini bilhassa kullandım. Zira bu bilgiler, konunun içinde olanlar
için yeni değil. Fakat Dengir Fırat'ın ağzından ve canlı yayında ifade
edilmesi ayrıca önemli... Hangi konu olduğunu söylemese de, ülkenin çok
önemli bir meselesi üzerinde Başbakan Erdoğan'la politik ihtilafa
düştüğü için, partideki görevinden ayrılan ve son dönemde milletvekili
de olmayan Fırat'ın, engin tecrübe ve birikimiyle yaptığı yorumlara ve
kısmen kapağını kaldırdığı özel bilgilere kulak kabartmak iyi olur.
Diyor ki Sayın Fırat; "2008'de genelkurmay cenahından veya onun temsilcisi durumundaki kişiler (komuta kademesindeki generallerden başka kim olabilir?!), bir bakan vasıtasıyla (Dönemin millî savunma bakanı olabilir mi?) bizi
açıkça uyarıyordu. 'Bu yeni anayasa yapma çalışmasını durdurun. Aksi
halde hakkında kapatma davası açtırırız...' diyorlardı. Biz bu tehdit
karşısında güldük. Sayın Başbakana söylediğimizde şöyle tepki verdi:
'Olur mu öyle saçma şey. Biz ne yaptık ki, kapatma davası açılsın?'
Fakat çok geçmeden partimiz aleyhine kapatma davası açıldı..."
Evet,
Başsavcı Abdurrahman Yalçınkaya'nın gazete kupürlerinden delil
oluşturup açtığı o mahut dava... Dün Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar,
dönemin genelkurmay başkanı İlker Başbuğ'un bu kapatma davası sırasında
hayli yoğun mesai yaptığını söylüyordu. Gerçekten o dönemde Başbuğ'un
bir AYM üyesi ile karargâhta (kameraları da kapattırarak) yaptığı
gizemli görüşme hatırlardadır. Yine o dönemlerde, askerliğini yapmamış
kişilerin bile bildiği lav silahına, "Boru bu..." diye tanımlamada bulunan Başbuğ, İst. 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 16 bin yedi yüz sayfalık gerekçeli kararını, "Ciddiye almıyorum..."
şeklinde hafife alıyor!.. Cezaevinden tahliye edildikten sonra tam bir
aktivist gibi çalışan Başbuğ'a göre, Ergenekon bir örgüt değil, efsane...
16 bin değil, 116 bin sayfalık gerekçe yazılsa da bu dava
savunulamazmış.
Şayet bu memlekette yaşamıyor olsaydık, şayet
son yarım asırda en az yarım düzine darbe ve muhtıra görmemiş olsaydık,
Başbuğ'a inanabilirdik. Belki de teşebbüs ve kurgu safhasında kalan; en
az yarım düzine "Balyoz" gibi ağır, "Yakamoz" gibi renkli, "İrtica ile Mücadele" gibi devrimci ve daha bilmem hangi özellikler taşıyan müdahale niyetlerini, "BORU BU CANIM, İÇİ BOŞ..."
kabilinden, efsane olarak alabilirdik. Ama yemiyor artık. Halen sanık
sandalyesindeki Başbuğ, ne kadar ciddi tavırlar takınsa da hiç
inandırıcı olamıyor. Ne boru, ne efsane... Kaskatı gerçek karşımızda!..
Cumhuriyet tarihinin en önemli davası, devlet içindeki paralel yapının
verdiği şaşırtmacalarla, sulandırılamaz ve önemsizleştirilemez. Nokta!