Lawrenslerin piri Mr. Hudson

A -
A +

İnsanın, Han-ı han Bayram Han gibi bir veziri varsa çok çalışmasına gerek kalmaz. İşte Hind Sultanı Ekber Şah da sırt üstü yatar. Yer, içer, gezer, felsefe yapar. Dalkavukları ne söylese alkışlar, hatta numaradan vecde kapılırlar. Hal böyle olunca gaza gelip "kurtarıcılığa" kalkar. Tutar "Din-i ilahi" adında bir yol kurar (1582). Aşure gibi, azıcık Hıristiyanlıktan azıcık Budizmden katar. Konfiçyüs'ten de bir şeyler alır ama özellikle kendi sığ fikirlerini ortaya koyar. Ekber Şah diğer kibirliler gibi saldırgandır, adamları onu iyi tanır, takışmamaya bakarlar. Bu devirde saray kapıları ulemaya kapanır, sapıklar baştacı yapılırlar. Ekber Şah bırakın insanların ahiretini kurtarmayı, dünya işlerinde bile hata yapar. Üç beş basit hediyeye kapılır, İngiliz manevralarını okuyamaz. Bahadır Şah ise Britanyalıların Kalküta'da arazi satın almalarına ses çıkarmaz. Bunlar bir yandan "topraklarımızı bekletiyoruz" bahanesiyle silahlı muhafızlar getirir, bir yandan da saraya sızarlar. Hele Ferrûh Sîr Şâh'ın hekimliğini üstlenince birinci sınıf tebaa olurlar. Ufak ufak müesseleri ele geçirir, gün gelir para bastırmaya başlarlar. Vaat et, sakın yapma! 2. Bahadır Şâh, din, devlet, millet aşkıyla yanan bir sultandır. Göreve gelir gelmez halkı kıyama kaldırır. Evet ismine hutbe okutmayı ve adına para bastırmayı başarır ama çok kan akar. İngilizler sadece Delhi'de 30 bin insanı öldürür, evleri, dükkanları yağmalarlar. İşgalciler kuralsız dövüşür ve çok hilekârdırlar. Çuval çuval para dağıtır, makam hırsıyla kavrulanları makasa alırlar. 2. Bahadır'ın tuttukları elinde kalır, ihanet üzerine ihanet yaşar. Saflık bu ya, komutanları Avrupalılarla çalışırlarsa ülkenin kalkınacağına inanırlar. Sultan boşa koyar dolduramaz, doluya koyar aldıramaz. İngilizler silahça üstündürler ve şehir savaşlarında kan dere olup akar. Şimdi zor bir kararın arefesindedir, sükunetle düşünebilmek için Kal'a i Mualâ'dan (kışladan) ayrılır. Hümâyün Şahın türbesine giderek kafasını toplamaya çalışır. Hainler haberi hemen Hudson'a ulaştırırlar. Hudson görünüşte sıkıcı vaazlar veren sıradan bir papazdır ama bütün istihbaratı ondan sorarlar. Nitekim Garnizon Komutanının (General Wilson) fikrini bile sormadan Türbeyi kuşatır. Yüzüne en sevimli tavırları, sesine en yumuşak tonları oturtup Sultanın yanına çıkar. "Size ve ailenize kesinlikle dokunmayacağız" der, "gelin birlikte güzel işlere imza atalım. Hindistan'ı tesislerle donatalım, şu fakir halkı yoksulluktan kurtaralım. Hem bugüne kadar çok kan aktı, bari bundan sonra akmasın." Öylesine inandırıcıdır ki koca Şahı teslim alır. Maskesini garnizona girince de çıkarmaz, güya Sultanın zindana atılmasına karşı çıkar ama Wilson'a karşı koyamaz. Yalan söyle, acıma!.. Gelgelelim İngilizler açısından tehlike henüz bitmiş değildir. Sultanın iki oğlu hâlâ arazidedir ve isterlerse bastırması zor bir direniş başlatabilirler. Hudson aynı taktikle onlara da ulaşır ve garnizona davet etmeyi başarır. Hırslı papaz, yolda Müslüman muhafızları öldürtür ve prensleri zincire vurdurur. Ama kini dinmez, bu gençlerin başlarını vurmalı, hanedanın dibini kazımalıdır. Delhi'ye yaklaştıklarında sultanın oğullarını ve torununu soydurur. Bizzat eliyle öldürüp yüreklerini çıkarır. Kafalarını kopartıp genel vali Henri Bernard'a yollar, cesetlerini kale kapısına asar. Sonra hapishaneye gidip İkinci Bahadır Şâh'ın hücresine uğrar. Bahadır Şâh ve hanımı günlerdir aç ve susuzdurlar. Ona verdiği sözleri hatırlatırlar. Hudson "ne kadar üzgün olduğumu anlatamam efendim" der ve derhal yemek getirilmesini emreder. Ancak ne Sultan ne de hanımı haşlamaya el uzatamazlar. Durup durup tabağa bakar, ısrarla "bu ne eti" diye sorarlar. Hudson "içinize mi doğdu" diye haykırır "tabii ki çocuklarınızın eti. Haydi tıkınsanıza!" Delhi dehlizlerinde kahkahalar hıçkırıklara karışır. Şah ve hanımı sarsıla sarsıla ağlar, işgalciler pis pis sırıtırlar. Sen misin İngiliz'e inanan?!. Şah, 29 Mart 1858 yılında duruşmaya çıkarılır ve "beyaz adamın ölümüne neden olmak" gibi bir suçla yargılanır. Onu Hind-i Çin zindanlarına tıkarlar, şartlar öylesine kötüdür ki çok yaşayamaz. Zaten ne iştir bilinmez İngiliz hapishanelerine düşenler tabutla çıkarlar. Mesela Allame Fadl-ı Hak gibi bir âlimi Andoman zindanlarında boğdururlar. Olur ya şimdi "İngilizler Müslüman kanı dökerlerken Osmanlı nerdeydi" diye sorabilirsiniz. O günlerde güç, Mithat Paşa'nın elindedir ama Paşamızın İngilizlerle takışması söz konusu değildir. Zira kendisi İskoç Mason Locası'na kaytlı bir "emir eri"dir. Yine bir İngiliz muhibi olan Mustafa Reşîd Paşa Hindistan'a giden İngiliz güçlerinin Mısır'dan geçmesine seve seve izin verir. 2. Bahadır Şahın ölümü ile sözkonusu hanedan tarih sahnesinden çekilir. İngilizler derhal soyguna başlar, Hind ve İslâm medeniyetine ait paha biçilmez eserleri müzelerine taşırlar. Soygunun devamı için halk birbiriyle uğraşmalıdır ki bunun en kolayı fitne çıkarmaktır. Nitekim Mirzâ Gulâm Ahmed adlı bir sapığa "Kâdıyânîlik" adında bir fırka kurdurur, İslâm dünyasının başına yeni bir gaile sardırırlar...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.