Osman-ı Zinnureyn

A -
A +

Medine'nin iklimi de insanı gibidir. Lâtiftir... Evet, gündüzleri azıcık sıcakçadır, ama geceleri iç ferahlatan bir rüzgâr gezinir. Kuyuları gür, suları serindir, bahçelerinde yeryüzünün en leziz hurmaları yetişir. Lâkin o sene... O sene ne hikmettir bilinmez, yere tek damla düşmez. Ayr Dağlarını mekân tutan bulutlar hiç görünmezler. Uhud ovasını ikiye ayıran nehir kurur, toprak helva gibi kavrulur. Ufukları buharlandıran sarı sıcak "daha bu ne ki" der gibidir, "zor günlere hazır olun hele!" Halife Ebûbekir (Radıyallahü anh) çaresizlik içindedir. Nitekim korkulan olur, kıtlık göstere göstere gelir. Buğday kervanı Biliyor musunuz bu coğrafyada buğday oldum olası kıymetlidir. Hele o günlerde tek tane cevahir kesilir, yarım avuç tahılı olan zengin gibi gezinir. İşte o günlerde Hazret-i Osman'ın kervanı Medine'ye girer. Deve böğürtüleri, çığlıklar, çıngıraklar... Kervancı zamanlamayı 12'den vuran insanların kıvancıyla şehirde tur atar ve çarşının ortasına tezgâh açar. Tam yüz deve, evet tam yüz deve yükü buğdayı döker ortaya. Bu başak sarısı tepecik muazzam bir servet demektir. Buğday da buğdaydır hani. Hele güneşin altında bir parlar, sarı liraları bile imrendirir. Haber şehre çabuk yayılır. Eteğini tutan tüccar, pazara koşar. İçlerinden biri Hazret-i Osman'a döner ve çok net konuşur. "Hesabını çıkar" der, "neye mal ettiysen, iki mislini vereyim, beklemeden çekelim ambara". Diğeri sözünü keser "Neden iki?" der, "burada üç katını veren varken!" Birden işin çivisi çıkar, tüccarlar mantıkla izah edilemeyen bir yarışa kalkışırlar. Bire dört, bire beş, bire altı derken eşraftan biri noktayı koyar: "Bire yedi!" Herkes sus pus olur. Tam 700 deve yükü buğdaya verilecek bir bedel. Medine pazarı kuruldu kurulalı bu rakamı duymamıştır. Sahi böylesi müthiş bir servetle neler yapılmaz ki? Malını satmış Hazret-i Osman, (radıyallahu anh) artırmayı dışarıdan biri gibi seyreder. Önce sakalını sıvazlar, sonra bebekleri parlayan gözlerini muhatabına diker. Kararlı bir sesle "Hayır!" der. -Ama niye? -Ben malımı sattım bile. -Kime? -Senden fazla verene. -Ama, sen de biliyorsun ki, bu mümkün değil. -Mümkün. -Hayır. Kimse benden fazla vermedi, veremez de! Hazreti Osman sakince "verir, verir" der, işine döner. Henüz beş on adım atmıştır ki adamları yetişirler. "Aman efendim" derler, "bu fırsatı kaçırmayacaktınız!" Mübarek, elini "boşversenize" gibilerden sallar ve akıllara zarar bir emir verir. "Çağırın fukarayı, hepsini dağıtın!" Sonra aklına birşey gelen insanların sendelemesi ile durur. "Şey.." der, "develeri unuttum, onları da kestirin, üleştirin gariplere!" Biliyor musunuz, saçları siyah, gözleri kara olsa da Arabların alayı beyazdır. Lâkin Hazreti Osman dikkat çekecek kadar sarışındır. Sakalları başak sarısıdır, gözleri denizleri andırır. Konuşmasında insanı rahatlatan bir yumuşaklık vardır. Eğer yüzüne ılık bir tebessüm oturdu ve gözlerinde mânâlı bir ışık parladıysa, "zamanı" demektir. Dudak uçuklatacak bir cömertliğe niyetlenmiş olmalıdır yine. O, daima mütebessimdir, hem gözleri o kadar sık parlar ki...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.