En büyük maçımızı henüz oynamadık!

A -
A +

Onlarla maç yapacağımız zaman korkarak otururduk ekran önüne. Milli marş seremonisinde bir de tepeden bakışları yok muydu; sıçratırdı kanımızı beynimize. Tezahüratlar, hançereler parçalanırcasına başladığında, birbirlerine tribünleri gösterir, olabilecek en yılışık, paçoz, garabet, aşağılayıcı sırıtışlarını takınırlardı, kibir kumkuması tavırlarının üstüne. Güya belli etmezlerdi ne ifade etmek istediklerini!.. 'Baksana kekolara ne kadar hırslılar. Birazdan başlarına gelecekleri bilmiyorlar' mı derlerdi acaba? O zamanlar dudak okuma tekniği de yoktu. Hoş olsa da adamlar Türkçe değil İngilizce konuşuyorlardı. O zamanlar aramızda İngilizce bilen de pek yoktu. Peki onların konuşmalarını biz nasıl anlardık? Niye kahvedekiler bu tavırları üzerine en derin saygılarını(!) sunarlardı bu İngiliz Milli Takımı futbolcularına? Evet İngiliz Milli Takımı... Onlara bundan çeyrek asır önce henüz resmi maçta bir golümüz bile yoktu. Hâlâ yok biliyor musunuz?.. Utanç verici! UMUT FAKİRİN EKMEĞİ 60'lı 70'li jenerasyon hatırlar o hezimet maçlarını. Adamlar maç öncesi yukarıda betimlediğimiz aşağılayıcı tavırlarını, maç içinde gerçeğe dönüştürüverirlerdi. Asgari ücretli bir işçimizin binlerce yıl çalışarak elde edebileceği parayı, bir imzayla cebe indiren yıldız futbolcumuz, birkaç çalım attığında bütün stat ve televizyon başındaki milyonlar ayağa fırlardı ok gibi. "Gole gidiyoruz" kandırmacasına "Durun yav bizimki daha orta sahada" karşılığını verecek bir aklı evvel yanaşamazdı dağ gibi umutlarımıza. Bu dolduruşa spiker de gelirdi de, o anda kelimeleri düğümlenirdi Tansu Polatkanların, İlker Yasinlerin, Doğan Yıldızların heyecandan... İlk golü yerdik ve bitmeyecek kâbus başlardı ülke insanı için. Kısa bir şoktan sonra format atardık moralimize. "Daha maçın bitmesine çok var" der, Polyanna'yı davet ediverirdik kalbimizin merkezine. Hep de çok var derdik! Zira golü yememizle maçın başlama düdüğü arasındaki zaman dilimi son derece cimri davranırdı bize. Sonra... Yine aynı şey... 8-0, 5-0... Ülke insanımızın onuru bir kez daha kırılarak stattan, kahveden ayrıldığına şahit olmak... Maçı saatlerce tekrar kurgular, karşılaşma öncesinde masal kahramanı sıfatları yüklediğimiz süper yıldızlarımızı sonrasında hakaret çöplüklerine fırlatırdık da, acımızın katmerleşmesine mani olamazdık yine de. GEL DE KİLİT VUR GÖZLERİNE Bizim içimizde bu ezilmişliğin hırsı hiç bitmedi. En büyük maçımızı henüz oynamadık. Bu İngiltere'ye tarihten gelen desise ve dolaplarından dolayı mıdır bu hırsımız? Bu futbol ezilmişliği onun bir uzantısı mı? Onları sahaya gömeceğimiz maç, bir milletin zincirlerini kırmasını mı simgeleyecek? Ne kadar kuvvetliler, bizim çocuklara ne oluyor derdik, dişlerimizi ve nasır tutmuş yumruklarımızı sıka sıka. Sonradan argo tabiriyle 'çakozladık' sistemle bizi ezdiklerini. Topu koşturan, enerjisini on birine yaymayı bilen sistem anlayışlarıyla, taktik varyasyonlarıyla pestilimizi çıkardıklarını. Ezilen sahadaki futbolcumuz değil hepimizin onuru idi. Yine olmadı kahrıyla ertesi gün spor sayfalarına bakmak istemezdik ancak gel de kilit vur gözlerine... Al sana bir kahır daha. Filelerimizdeki golü gösteren bir resim yetiyordu her şeyi anlatmaya. Bir de İngiltere teknik direktörünün yapmacık üstten bakan teselli sözleri yok mu, yaraya tuz değil, kezzap basıyordu adeta. Hele hele Ada basınında çıkan başlıklar: "Hindiyi yedik", "Hindiyi kızarttık" ... Hindistan'ı asırlarca sömürdükleri yetmezmiş gibi onurumuzu da sömürür dururlardı... ÖFKENİN ZAMANLAMASI Zamanında bir kral uzun yıllar sürecek yolculuğuna genç eşine ve kundaktaki oğluna veda ederek çıkar. Yıllar sonra dönüşünde, bir grup eşkıyanın, kendisinden hemen sonra küçük ülkesini bastığını, her şeye el koyduklarını ve eşkıya reisinin, kralın genç eşini kendisiyle evlenmeye zorladığını öğrenir. Daha sonra çete üyelerinin hepsi bu isteklerini, salya akan ağızlarıyla dile getirir. Kadın yıllarca direnir ama pes etmek üzeredir. Kral dönüşünde durumu yaşlı bir bilgeden öğrenir ve krallığına bir müddet girmez. Oğlunu çağırtır ama küçücükken bıraktığı ve artık 18 yaşına gelen oğlu da babasını önce tanıyamaz. Kral oğluna annesiyle hatıralarını ve ülkesinde yaptıklarını anlatır. Çocuk çetecilerin baskısından bunalan annesinden, hemen her gecenin kuytu bir vaktinde, göz yaşlarıyla sık sık dinlediği babasının hikayeleriyle bu adamın anlattıklarının tıpatıp uyduğunu görünce sarmaş dolaş olur ve haykırır: -Baba! Anneme, halkına çok çektirdiler. Kılıçlarımızı çekelim ölünceye kadar dövüşelim. Tecrübeli kral şöyle der: -Oğlum öfkenin de bir vakti vardır. Şimdi annene git. Benden bahsetme. Yarın eşkıyalara benim ok ve yayımı götür. Annen yayımı kurabilen kişiyle evlenmeyi kabul ettiğini söylesin. Onları büyük salona toplayın ve hepsi içeri girdiğinde, kapıların tamamını belli etmeden arkadan kapatıp, sürgüleyin. Ertesi gün hepsi oradadır. Tebdil-i kıyafet yapan kral da tabii. Öyle ki eşi bile tanıyamaz. Kralın yayını, kendini güçlü zanneden hiçbir serseri kuramaz. Hepsi denedikten sonra yaşlı kılığında biri gelir ve eşkıyaların alaycı gülüşmeleri arasında yayı kurar. Eşkıyalar gözlerine inanamaz. Bu kralın ta kendisidir ve veliahdına dönüp şöyle der: - Oğlum şimdi öfkelenmenin tam zamanı. Kral, sadık adamları ve oğluyla beraber silahsız eşkıyaları ok yağmuruna tutar. Ortalık kan gölüne, imparator da tahtına döner. *** İmparator Fatih Terim... O günleri siz futbolcu olarak yaşadınız. Eminim ki bu hırs sizde de dağ dağ büyümüş vaktini bekliyordur. Çocuklarınızla beraber öfkeleneceğiniz gün, onları futbol ve skor olarak çimlere gömeceğiniz gün, bu millet size hiç bitmeyecek bir minnet duyacaktır. Bunu başaracağınıza inanıyoruz. Dualarımız sizinledir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.