Seçim sonucunu doğru okumak...

A -
A +

Türkiye'de iktidar partisinin 2015 genel seçimlerinden sonra ikinci kez yaşadığı tecrübenin sebebini birçok açıdan incelemek mümkün. Elbette her şeyin başı ekonomi. Hepimizin zaman zaman itiraz ettiği ama 2018 yılından itibaren ısrarla uygulanan "anti-ortodoks politikanın" faturasını, bugün vatandaşa ödetmeye kalkan yaklaşım belki de seçimin belirleyicisi oldu. 

 

Büyük firmaların ve kurumların vergi borçlarını silen ya da indiren ya ekonomi yönetiminin emeklilere asgari ücretin bile altında maaşı yakıştıran yaklaşımı sandıkta protesto edildi desem yanlış olmaz. Uluslararası finans kuruluşlarının mesnetsiz övgülerinden cesaret ve Türkiye'deki büyük iş insanlarının destek alan ekonomi yönetimi hata üzerine hata yapmaya başladı ve herkesi âdeta geçmişin "anti-ortodoks politikalarını" aratacak hâle getirdi. 

 

Bu arada sürekli "anti-ortodoks" dememin sebebi şu: Ortodoks olmayan her politikaya heterodoks demek mümkün değil. Çünkü önceki dönemde uygulanan politikalar başarı sağlamadığı gibi, ülke ekonomisinde tamiri zor yan etkiler meydana getirdi. Başarısız bir reçeteye ekonomi literatüründen bir isim takmak doğru olmaz. 

 

Geçen yıl haziranda ekonomi yönetimine atananlar önce cesur ve rasyonel söylemler ile göz doldurdular. Çünkü önceki yönetimin ne ekonomi teorisi ne de pratiğinin yanından geçmeyen açıklamaları büyük tepki topluyordu. Dolayısıyla herkeste "bundan kötüsü olmaz" yaklaşımı mevcut iken, parlatılmış öz geçmişleri ile yeni kurmaylar hemen sevgi gördü. Ancak çok geçmeden devlet yönetimi ve adabı konusunda akıllarda soru işaretleri bırakan davranışlar sebebiyle Merkez Bankası Başkanı Erkan oyun dışı kaldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın görevden alınmasından önce verdiği destek önemliydi ama mesele taşınamaz hâle gelmişti. 

 

Aslında bir önceki Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu'nun BDDK Başkanlığına atama kararını okumayanlar, o meşhur deyimle "büyük resmi" görememişti. Genel Seçimlerden sonra ekonomi kurmayları değiştirilirken, uygulamaları sebebiyle piyasanın eleştirdiği Kavcıoğlu'nun görevden alınmadan BDDK Başkanlığına atanması ve bu şekilde onurunun korunması "mecburen yapıyoruz" manasını taşıyordu. Özetle, Mehmet Şimşek'in yıllar önce denenmiş ve memnun bırakmamış performansına rağmen tekrar geri gelişi, Türkiye'nin içinde bulunduğu şartlar açısından bir mecburiyet gibi gözüktü. 

 

Bakan Şimşek göreve gelir gelmez "rasyonel politikalara dönmekten başka çaremiz yok" diyerek, öncekileri irrasyonel diye tarif edince piyasa memnun olsa da, siyasetin kara kaplı defterinde bulunan "hiç yapılmaması gerekenler" içinden bir tanesini yapmış oldu. İşin ilginç tarafı aradan geçen zamanda irrasyonel olarak tarif ettiği işleri kendisi de yapmaya başladı. Bütçe açığı sürekli genişlerken, döviz kurlarını kontrol etmek için milyarlarca dolar satılmasına rıza gösterdi, faizin enflasyonun gerisinde kalmasına ses çıkarmadı. Bu arada Gaye Erkan'ın yerine atanacak isim konusunda sosyal medyadan bir önleyici vuruş yaparak "benim tercih ettiğim isim göreve gelecek" diyerek siyaset açısından bir başka hata yaptı. Başka bir adayı desteklediğine dair söylentilerin ortasında belki de mecbur kaldı, bilemeyiz. 

 

Bu arada Mehmet Şimşek'in ismine güvenerek geleceği beklenen milyarlarca dolarlık kaynak girişi sağlanamadı. Hükûmet, Şimşek'in yurt dışı bağlantıları ve yabancı yatırımcılarla yakınlığını dikkate alarak sürekli beklenti çıtasını yukarı çıkardı. Açıkçası ben Mehmet Şimşek'in "ülkeye milyarlarca dolar getireceğim" diye söz verdiğini sanmıyorum. Ancak, zaman zaman yaptığı konuşmalarda bu beklentiyi besleyecek sözler sarf ettiğini de gördük. Türkiye'nin gri listeden bir türlü çıkamaması elbette önemli bir faktör. Şimşek'in "ha bugün ha yarın" diye burada da beklenti çıtasını yükselttiği bir gerçek. 

 

Gelinen noktada sürekli döviz satarak Merkez Bankası'nın net varlıklarının rekor düşük seviyelere düşürülmesi, enflasyon hedefinin gerçekçilikten uzak olması, politika faizlerinin beklenen enflasyondan düşük olması, bankalarda kredi faizlerinin rekor seviyeye ulaşması, işletmelerin kaynağa ulaşamaması, konulan hedeflerle alakalı sürekli zaman revizyonu yapılması, vergiler ve kesintilerle vatandaşların hayatının zorlaştırılması, emeklilere "yok" deyip büyük iş insanlarına "var" denilmesi ve tüm bunların neticesinde fiyatlama davranışlarındaki bozulmanın devam etmesi yerel seçimlerdeki oy kaybının önemli sebepleri arasında yer aldı. 

 

Elbette Hazine ve Maliye Bakanlığının görev alanı dışında enflasyonist etki oluşturan dış ticaret rejiminin yanında kitleleri peşinde sürükleyen futbolun hem kalite hem de adalet açısından baş aşağı gidişi gibi çok sayıda sebep sayabiliriz. Adalet kurumları arasındaki kavga, yerel siyasette güçlü isimlerin diğer partilere geçmesi, hatta büyük depremden sonra vatandaşların "Lider olarak Erdoğan'ı isteriz" dediği ama yerel siyasetçilere güveninin azaldığını ifade etmesi gibi birçok detay var incelenmesi gereken. Ancak bunlar asıl meselenin ekonomi olduğu gerçeğini değiştirmiyor. 

 

Dolayısıyla, rasyonel konuşan ama rasyonel işler yapmayan ekonomi yönetiminin reçeteyi değiştirmesi şart. Reçete değişmez ise isimlerin değiştirilmesi şart. Türkiye için önemli olan rasyonel konuşup rasyonel işler yapan insanlardır. Elbette ekonomide makbul olan konuşmaktan çok rasyonel işlerin yapılmasıdır. Dış Politikada ve İç Güvenlikte oldukça dengeli devam eden çizgiye rağmen ekonomi tarafında oluşan hoşnutsuzluğa çok geçmeden neşter atılır diye düşünüyorum.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Ordulu 5 Nisan 2024 04:33

Herkes doğru okur akparti okumaz okur gibi yapar yaptıkları adaletsizlikten özür dileyip 12000 tl seyyanen zammi vermek verirler mi sanmam sonları anap gibi olacak