İSTANBUL’UN SESLERİ

A -
A +

Ses varlıktır... Mevcudiyetin ve hayatiyetin izharıdır. Canlılara hastır. İnsan olarak; bebeğin, çocuğun, büyüğün, yaşlının,

Hayvan olarak; binlerce tür hayvanın, duyup duyamadığımız, pirenin, karıncanın, mikro boyuttaki her canlının... Kâinatı oluşturan her varlığın; güneş sisteminden, atom sistemine, zerreden süreyyaya, galaksilerden, şemsü-şumusa her varlığın sesi var.
Doğaldır ki şehirlerin de sesi vardır.
             ***
Napolyon der ki; “Dünya bir ülke olsa, başkenti İstanbul olurdu..”
İstanbul, böyle bir şehir. Onun sesi de kendine göredir. Kültürün, medeniyetin, siyasetin, ticaretin 5000 yıllık beşikliğini yapmış bir şehrin sesi de kendine göre olur... Gün olmuş atların nal sesleri, savaşçıların kılıç şakırtısı, gürzlerin tokuşması, arenadaki matadorun bağırtısı ile çınlamış... Gün olmuş, kilise çanları, sinagog ayinlerine karışmış. İmparatorun haykırışına, gladyatörlerin narası eşlik etmiş. Paslı, küflü zindan kapılarının bed sesi, inleyen mahkûmların sesini bastırmış. Ama her çağda sevgililerin fısıltısına şahitlik etmiş bir şehirdir İstanbul...
Ses var insandan çıkar, hayvanidir. Ses var hayvandan çıkar, insanidir. “O” nu zikretmeyen, “O” nun rızası için çıkmayan her ses “bed”dir. Makamı ve mertebesi olmayan hayvanat, kâinat yaratıldığından bu yana “O”nu zikretmiş, sallanan her yaprak hışırtısı “O”nu anmıştır.
Bilen bilir... Ya insan?!.. “Zalumen cehule”
Gücünü, kudretini, varlığını, makamını hasılı sahip olduğu her şeyi kendinden bilme gafleti ile İstanbul semalarını inleten sesleri, onları yokluğa, ademe mahkûm etmiştir. Vazgeçilmezlikleri üzerine nice “tapınmacıların” sesleri ninni gibi gelmiştir onlara. Uyumuşlardır.
“Levh-i mahfuz”da kayıtlı sesleri, bugün unutulmuştur... Bu sesler içinde bir ses vardı ki, tarih boyunca kulaklarda çınlayacaktı... Ortodoks Grandük Notaras, “Şehirde kardinal külahı görmektense, Türk sarığını yeğlerim” diyordu.
             ***
İstanbul’u bu seslerden kurtarmak için... “O” nun hükümlerini haykırmak için... “İnna fetehnaleke fethen mubina.” (Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden asker ne güzel asker) müjdesine mazhar olmak için.
İlay-ı Kelimetullah’ı yaymak için. Nice sesler kısıldı surun dibinde. Nice okların sesi vınladı surlarda.
             ***
Taa ki, “Ya İstanbul beni alır, ya da ben İstanbul’u” diyen Sultan’ın sesi ile inleyene kadar... Gemiler, denizler içindir. Denizde süzülürken ses çıkarırlar. Oysa gün geldi, Kağıthane sokakları yağlı gemilerin sesi ile inledi. Tarihte başka hiçbir şehire nasip olmayan bir sesle... Leventlerin kalkan sesleri, surdan dökülen kızgın yağda kavrulan nice yiğitlerin şehadet kelimesi getirmesini bastırdı günlerce...
Sesler seslere karışmış... Dışarıda Ulubatlı’ların... İçeride Bizans askerlerinin sesleri... Dışarıda Akşemsettin’in yakarışları... İçeride Cibali Baba’nın “Gâvurcuklarımı koru Allah’ım!” niyazları... İstanbul sokakları, tarihte görmediği seslere şahitlik ediyordu.
             ***
Sonra... Sonra kır atın nal seslerine şahitlik etti Topkapı. Nal sesine, Akşemsettin’nin “Duamız hürmetine...” sözüne mukabil Fatih’in “Kılıcın hakkını da unutmayalım...” sözü eşlik ediyordu.
21 yaşındaki hükümdar “kimsenin dinine karışılmayacağı” garantisini veriyordu İstanbul’lulara...
... Ve seslerin en güzeli ile bezeniyordu Ayasofya’dan İstanbul semaları, “Allahu Ekber, Allahu ekber...” O gün bugün İstanbul en güzel sesle haykırıyor dünyaya...
             ***
Yüzlerce yıl geçti. Kendi medeniyetini oturttu İstanbul. Nezahetin, nezaketin ve nezafetin şehri oldu. Sesleri de öyle. Musikisi ile, şiiri ile, martı sesi, vapur sesi ile. Sonra, yoğurtçu, bozacı, simitçi, sütçü sesi ile...
Hattatın kalem sesi, müezzinin salası... Yaz gecelerinde ay ışınının, deniz dalgalarının eşlik ettiği “biz heybeli”de şarkıları, delikanlıların “heeeyt” naraları... Hafız Burhan’ın, “Esir-i Zülf-ü yârinim ey ruzi mahım/Gece doğmuş benim baht-ı  siyahım” gazeli ile çınlamış Boğaz...
Bir İstanbul hanımefendisinin müşfik anne edası ile tanımadığı bir çocuğa “Ah yavrum!” deyişi hangi kültürde var sahi...
Ne kadar bozmak istersek isteyelim... Ne kadar hoyratça yok etmek istersek isteyelim. Yüksek yüksek binalarla seslere perde olmak istersen isteyelim... Sesler yankılanır İstanbul semalarında. Medeniyetin, kültürün kadim sesleri yankılanır.
            ***
Ezan sesi ile başlar İstanbul’da hayat “Essalat-ü Hayrun minen nevm” inletir semaları... Bebek mırıltısına, annenin şefkat dolu “yavrum” u eşlik eder sonra.
Ezan sesinden sonra sakinliğin, dinginliğin sesi vardır sokaklarda. Kış ise mevsim, Yahya Kemal’in “Kar musikisi” dediği, “Kar sesi” eşlik eder bu dinginliğe. Kendi nefesinizin ve düşen karların sesini dinlersiniz bir müddet.
Bu dinginliği, vapur sesi bozar önce... Canlanan caddede, tramvay sesi eşlik eder. İlk beşeri ses olarak simitçinin ve börekçinin sesini duyarsınız her zamanki köşelerinden. Sonra martı sesleri...
Gazeteciler, mürekkeplenmiş elleri ile gazeteleri sallayarak bağırırlar “gazte, gazteee...” Siz vapurdan ininceye kadar İstanbul sokakları canlanır. Vapur, martı, tramvay sesine, arabaların klakson sesleri karışır.
Şimdi artık bir koşturma vardır İstanbul sokaklarında, herkes kendi âleminde. İç sesi ile baş başa... Bir an trafik polisinin düdük sesi ile kendinize gelirsiniz. Sırtındaki kolanı ile önünüzden telaşla geçen hamalın “yük taşınıır” sesini duyarsınız.
Esnaf lokantasının önünden geçiyorsanız eğer, belli belirsiz “buyruun buyrun!” sesine kayıtsız ilerlersiniz. Gün içinde kestaneci sesi... Pazarcıların “gel abla geel” sesleri... Onlarca salonda, onlarca konuşmacının medeniyet tasavvuru, tasviri süzülür genç dimağlara...
Ve bu sesler, an gelir susar. Seslerin en güzeline bırakır yerlerini. Muhteşem sesli müezzinlerin karşılıklı okudukları ezan seslerine...
             ***
Hasılı, İstanbul’da her ses bir harmonidir. Ninni gibi, ilan-ı aşk gibi, musiki gibi. Sevda kokar, medeniyet kokar, edebiyat kokar...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.