Duygularım delik deşik

A -
A +
Marka takıntısı olan bir insan değilim aslında. Buna rağmen reklam yazarlarının ve kreatif direktörlerin benim de algılarımı yönetebildiklerini hissediyorum. Hiç önem vermiyor gibi gözüksem de, bazen giydiğim ayakkabının topuk kısmına kondurulan logonun ruh halimi etkilediğini fark ediyorum. 
Bazı yerlerde kahve içmek, kahvenin tadından veya kalitesinden bağımsız olarak kendimi iyi hissetmemi sağlıyor. 
Bilinçaltımın karanlık koridorlarında birikmiş kodlar tarafından yönlendirilmek pek hoşuma gitmiyor aslında. Ama çok da umurumda değil.  Sonuçta bazen kazık yesem de, bu durum sadece tüketim alışkanlıklarımı etkiliyor. Bu yüzden subliminal mesajlara tavır alıp, hayatımın her anında tedirgin olmaya hiç niyetim yok. 
Ancak birkaç gün önce, biraz da irkilerek, daha vahim bir durum fark ettim kendimle ilgili.
İşyerinde yoğun gündemin arasında kafa dağıtmak için gazete okuyordum. Siyaset, ekonomi ve spor haberlerinin arasında satırdan satıra atlayarak kısa bir tur attım. Bu arada orta sayfalarda, "Suriye'de yaşanan çatışmada 2 çocuk daha öldü," satırından geçtim. İçim biraz cız etti ama yaklaşık beş saniye sonra, hemen yan sayfada saç bakımıyla ilgili başka bir yazıyı okurken buldum kendimi. Ardından spor haberlerine de hızlıca bir göz atıp en arka sayfadan çıktım. 
Aynı günün akşamı, yemekten sonra televizyonda Suriye'de hayatını kaybeden iki çocukla ilgili haberi seyrettim. Çocukların ailesi mezar başında feryat figan ağlıyordu. Fonda çalan müzik, ağlama sesleri ayyuka çıkınca biraz azalıyor, çocukların yaşarken çekilmiş neşeli fotoğrafları ekrana gelince yeniden yükseliyordu. 
Haberi seyrederken gözlerim doldu. Az daha hüngür hüngür ağlayacaktım.
Sonra gözlerime dolan yaşla birlikte, zihnime de bir sürü düşüncenin dolduğunu hissettim. Sonuçta ben aynı haberi birkaç saat önce gazetenin iç sayfalarına sıkışmış siyah beyaz bir satırda görmüş ve birkaç saniye oyalandıktan sonra sağlık sayfasına atlamıştım. 
Üzüntümün, prodüksiyon ve sunum kalitesine bağlı olarak azalıp artıyor olması acayip canımı sıktı. 
Galiba yıllardır ses ve görüntü bombardımanına uğrayan zihnim, duyguları harekete geçirmek için hep bir atraksiyon bekliyor. Bir habere kederlenmek için inceden bir ney sesi bekliyorum arka fonda...  Bir şehit haberine gerektiği kadar üzülebilmek için için babasının tabut başındaki resmine uzanan gözü yaşlı bir çocuk fotoğrafına ihtiyaç duyuyorum.
Demek ki zihnime o kadar çok dijital görüntü ve ses boca edilmiş ki, gerçeğin en çıplak hali artık gerekli hissiyatı oluşturamıyor.  
Demek ki bilgi çağında, kostümsüz veya makyajsız bilgi bir etki uyandıramıyor. 
Belki de reyting avcılarının kalemlerinden fışkıran sanal acıya çok fazla maruz kaldığım için, gerçeğin en yalın halini katıksız halde sunan birkaç kelimelik cümleye sıkışmış acıyı hissedemiyorum.
Hâlbuki gerçekten hislenmek için bilginin süslenmesine gerek olmamalı! 
Şairin yaşadığı dönemde televizyon olsaydı, acaba yine gözlerini kapatıp İstanbul'u dinler miydi diye düşünmeden edemiyorum. 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.