Emekliler, promosyon konusunda acele etmeyin!

A -
A +
Bankalar yeni promosyon döneminde emeklilere üç yıl önceki tutarları teklif ediyor. Böylece "emekliden ne kopartsak kârdır" diye düşünen bankalara enflasyonun hiç uğramadığı görülüyor.
Emekli maaşı alanlara promosyon verilmeye başlayalı üç yıl oldu. Bankalar üç yıl önce teklif ettikleri ve taahhüt alıkları müşterileri arayıp yine aynı tutarları teklif ediyor. Bir kredi kartı yıllık ücretini her yıl artıran bankaların promosyon ücretini artırmayı hiç düşünmedikleri ortaya çıktı. Tutarların neden artmadığı sorulduğunda müşteri temsilcileri "emeklilere devlet böyle veriyor" diye cevap veriyorlar.
Emeklileri arayan müşteri temsilcileri emeklilere verilecek promosyonları üç yıl önceki miktarları aynı tutarak yeni bir taahhüt almayı düşünüyorlar. Bir kredi kartı yıllık ücreti için emekliden 125 TL alan banka, emekliye verilecek promosyonu da aldıkları ücret paralelinde en fazla 450 TL ile ikna etmeye çalışıyor.
2017 yılı Şubat ayında SGK ile bankalar arasında varılan anlaşmayla, bin lira altında emekli maaşı alanlara 300 lira, 1000-2000 lira arası 375 lira, 2 bin lira üzerine 450 lira promosyon verileceği açıklanmıştı. Ve bu promosyon uygulaması ile emekliler ek bir kazanca sahip olmuştu. Üç yıl önceki teklif ile bu yıl da aynı miktarlar verilmeye çalışılıyor.
Ne var ki, Şubat 2020'de bitecek olan ilk promosyon dönemi sonrası bazı bankalar taahhüt süreleri bitmediği hâlde pastadan pay alabilmek ve mevcut müşterilerini kaybetmemek için emeklileri tek tek arayıp sanki bir oldubittiye getirerek onay almaya başladı.
Bankaya gidip imza atarak onay vermeleri gerekirken, müşteriyi kaçırmama amacıyla sesli mesajlarla onay almaya çalışan kimi müşteri temsilcileri emeklileri âdeta tuzağa düşürebilmek için kelime oyunları yapmaya başladılar bile.
Emeklilere tavsiyemiz, size en iyi imkânı sunan bankayı tercih ederek tatlı dillere kanmayın!
          Erol Kara-İstanbul
 
 
Ders geçme sistemi harika bir gelişmedir
 
Millî Eğitimde birçok eski sistem yakın zamana kadar "demode” diyerek “çağa uymuyor” diyerek kaldırılıp çöpe atılmışken Bakanlık aslında eski sistemin birçok yönünün her çağda uygulanabilir klasik bir yöntem olduğunu anlamış olacak ki, bazı konularda 1960’lı, 70’li yıllarda uygulanan sınıf geçme sistemine dönülmesi gereğini düşünmeye başlamış.
Bu çok harika bir gelişmedir. Kimse zoru görmeden çalışmaz. Herkese havadan maaş verirseniz işler ortada kalır. İşi yapacak kimseyi bulamazsınız.  Öğrenciye de çalışsın çalışmasın herkese yüksek not vereceksiniz diye 15-20 yıldır okullarda öğretmenlere baskı yapıp duruyorlardı. Sonuç ne oldu? Çalışanlar da çalışmayı bıraktı. Üniversiteler puan düşüre düşüre nerede ise sıfır çekenleri kaydedecek duruma geldi. Okullarda öğrenciler çalışmaz, öğretmeni dinlemez duruma geldiler. 1960'lı 70’li yıllarda zayıf alma korkusu ve endişesi öğrenciyi çalışmaya saygılı olmaya mecbur bırakıyordu. Şimdi hiçbir korku endişe kalmadı. Öğrenci “ne yaparsam yapayım öğretmen bana bir şey yapamaz” modunda... Okullardaki yaşanan kepazelikleri bir görseniz ne demek istediğimi anlarsınız.
İnşallah Sayın Bakanımızın sözünden geri adım atılmaz da eğitim öğretim biraz kendine gelir.
Zararın neresinden dönülürse kârdır. Ders geçme sistemi eğitimde kaçınılmaz tek çaredir…
           Hayrettin Hatunoğlu
 
 
 
Ben sevmeden “sen sevmesen de olur” denilir mi?
 
"Feridun Ağabey, ailelerimizin görüştüğü ama benim içime sinmeyen daha açıkçası sevemediğim bir kimse ile evlenmem isteniyor. Deniliyor ki: 'O seni seviyor sorun yaşamazsınız...' Ben derdimi kimseye anlatamıyorum. Böyle bir şey olur mu? Lütfen derdime bir çare?” diyen rumuz “Kırmızı” rumuzlu okuyucumuza:
O sevmezse sevmesin benim sevgim ikimize de yeter” gibi sözlerle kendini avutup karşıdakine de zulmetmemelidir. Hele sevemeyen kimseye zorla “sev” demek gerçekten zulümdür. Dolayısıyla aileler çocuklarının “seviyorum” dediği kimseyle yapmak istediği evliliği, kendilerince uygun görmüyorlarsa bu gerekçeleri oturup normal bir üslup ile çocuklarına anlatmalıdır. Kendilerince o kimseyle yapılacak evliliğin varsa sakıncaları sakin bir şekilde sıralanmalıdır. Evlendikleri takdirde ailenin, çevrenin, sosyal yaptırımların vb. evlilikleri üzerindeki etkisinden söz eden fikir ve düşüncelerini çocuğa anlatmalı ve onu bu şekilde ikna etmeye çalışmalıdır. Zaten mantıklı açıklamalar getirirseniz çocuklarınız kesinlikle sizi anlayacaktır. Kararı yine kendisinin vermesini sağlamalı ve bu kararı vermekte ona biraz zaman tanımalıdır. Pat diye ayrılmasını istemek şeklinde bir oldu-bitti karar istememelidir. Hele hele; “Ben izin vermiyorum!”, “Bu iş burada bitecek!”, “Bir daha ondan söz edilmesini istemiyorum!”, “Görürsem, duyarsam kemiklerini kırarım” gibi nobran sözler hiç kullanılmamalıdır. Bu sözlerden zerre yarar beklenmemelidir. Aksine bu kurusıkı sözlerle çocuklarınız kemiklerinin kırılmayacağını bilir ama kalpleri size gerçekten kırılır. Ne demişler kılıç yarası geçer dil yarası geçmez. En doğrusu nedir biliyor musunuz?
Belli bir yerden sonra, gençlerin hayatlarına onları hayattan bıktıracak ve evlilikten nefret edecek kadar müdahale etmeyin. Ailelerinin baskısı sebebiyle yaşamaktan bıkıp el ele tutuşarak intihar eden gençlerle ilgili haberleri hatırlayın. Çocuklarınızı kaybetmektense eğer ikna olmadıysa ve eğer karşı tarafta aileleri ilgilendiren "kutsal" sebepler yoksa… Eğer alkol gibi kumar gibi uyuşturucu gibi toplumun sosyal yaşantısının dışında bir yaşantı içinde değilse, eğer nerede ne zaman ne yapacağı belirsiz bir tip değilse, işsizliğini dahi yerine göre sorun yapmayın. Bu anlayış aynı şekilde “sevilen” genç kız için de geçerlidir.
           Uzm. Psikolog Erdinç Üstündağ-Almanya
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.