İZMİR'İN 'BOYOZ'U VE BİR AHLAK DERSİ...

A -
A +

Geçen hafta tatil için Marmaris Selimiye'ye gidiyoruz. Tam İzmir'den geçip otobana girerken arabada bir boyoz muhabbeti açıldı. Üzerinde öyle çok konuştuk ki sonunda kentin o kaotik trafiğine aldırmayıp Alsancak'ta boyoz yemeyi düşünecek kadar gözümüz karardı. Eşim her zamanki soğukkanlılığıyla "Saçmalamayı kesin, eğer bunu yaparsak Marmaris'e gece yarısı ancak varırız" dedi. Ama baktı olmuyor "Tamam tatil dönüşü biraz erken çıkar, gideriz" diyerek bizi sakinleştirdi sonunda.
Selimiye'deki pansiyon tahminimden öte içimi ısıttı. Sahibesi Suna hanım bizi sanki evine gelen misafir gibi ağırladı. Odadan çıkıp sadece beş adım sonra denize girebilmenin keyfi bambaşkaydı. Birlikte olduğumuz psikolog dostlarımız Cengiz ve Çiğdem çiftinden "bedava terapi" imkânını da bunun üstüne koyun, mutluluk gözle görünür hale geldi.
Çok dinlendirici bir tatildi.
Dönüşte otoban üzerinde bir yörük çadırı gördük ve çay molası verdik. Sonra yeniden yola koyulduk. İzmir'e yaklaştıkça boyoz bahsi açıldı tabii. "Ne kadar vakitte giderdik, geç kalır mıydık acaba" tartışmalarının en hararetli yerinde telefon çaldı. Araç dostlarımızın ama ben kullanıyorum o esnada. Normalde direksiyondayken telefonlara bakmasam da nedense açtım. ATV'den aranıyordum. Santral memuresinin sözlerini bir süre idrak edemedim.  Tekrar etmesini istedim. "Fuat bey biraz önce Celil bey diye biri aradı, dinlenme tesislerinde unuttuğunuz çantanızı size getirmek istiyor, telefonu da şu..." diyordu.
Kafamda "Celil bey kim, ne çantası, dinlenme tesisi mi?" soruları saniyelerle uçuştu. Sonra her şey aydınlandı. Bir anda, içinde bilgisayarımın, gözlüklerimin, paramın(fazla bir şey olmasa da), tüm kimlik ve kredi kartlarımın olduğu çantamı yörük çadırında unuttuğumu acı biçimde farkettim. Başımdan aşağı kaynar sular döküldü sanki.
Celil beyle nasıl konuştuğumuzu,  buluştuğumuzu ve o süreci anlatmayayım. Korkunçtu tek kelimeyle. Bizi rahatlatan tek şey çantayı alıp kararlaştırdığımız dinlenme tesisine getireceğini söyleyen Celil beyin telefondaki dostça tınlayan sesiydi.
Otoban üzerindeki Torbalı Kuzey Servis Sahasındaki bir kafede beklemeye koyulduk.  Bir gün gibi geçen yarım saat sonra Celil Bilban, beyaz minibüsü ile göründü. Çantayı teslim etti ve çayımızı içmek için kısa bir süre bizimle oturdu. Çantayı nasıl fark edip işletmeciye söylediğini, içindeki kapı giriş kartımdan ATV'yi gördüğünü, 118'den numarayı bulup aradığını anlattı. Sohbet ilerleyince ne iş yaptığını sordum.
"Bilirsiniz, İzmir'in meşhur böreğidir. Boyoz imalatçısıyım ben. Sizin İstanbul'a da gönderiyorum"
Kalakaldık öylece. Donmuş gibiydik.
Hayat ne tuhaf. Hepimiz birbirimize dair bireysel tecrübeler ediniyoruz yaşadığımız müddetçe. Şüphesiz bu süreçte varolabilmek, ayakta kalmak, para kazanmak, istediğimiz biriyle yaşamak, çoluk çocuğa karışmak gibi hayatı güzel kıldığına inandığımız amaçlar ediniyoruz. Lâkin bu amaçlara ahlak, namus, erdem, yardımseverlik, diğergamlık gibi bizleri insan yapan değerleri ekleyemiyorsak suretimiz insan olarak kalıyor yalnızca.
Geçen her günün ise bizler için bir imtihan olduğunu çoğu kez unutuyoruz. Bu imtihanda en kazık ama bir o kadar da başarması kolay soru parayla olan ilişkimize dair konulardan geliyor.
Celil Bilban bana kartını da verdi. Üzerinde "Boyozcum-Bizden Börek" diye yazıyor.
İyi ki bu ülkede Celil Bilban'larla birlikte yaşıyoruz.
Benim de bu olaydan çıkaracağım çok mühim dersler var, bir kenara not ediyorum.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.