Para Birleşik Devletleri ve King-Crane hattı

A -
A +
Osmanlı topraklarını parçalayıp Ortadoğu’yu yeni sınırlarla dizayn etmeye yönelik olarak Fransa ile İngiltere arasında imzalanan Sykes-Picot anlaşması uygulama sürecine geçerken, süper güç olma hazırlıklarına daha o dönemde başlayan genç Amerika Birleşik Devletleri de bir başka hazırlığın içindeydi. Çünkü onların da Ortadoğu’daki topraklarının paylaşımında talep ve iddiaları vardı.
Birinci Dünya Savaşı’nda yenilen devletlerin topraklarının nasıl paylaştırılacağını belirlemek üzere toplanan Paris Konferansı’na bu yüzden bir teklifle geldi ABD Başkanı Woodrow Wilson:
“Bir komisyon kuralım, bakalım Ortadoğu’da halk nasıl bir yönetim istiyor?”
Fransa hiç hoşlanmadı bu tekliften. Arapları Fransızlara karşı ayaklandırıp kışkırtan İngiltere de keza öyle. Ama ABD’li iki üye komisyonu oluşturarak 19 Mayıs 1919’dan bir hafta sonra Suriye ve Filistin’e gittiler.
 
KİNG-CRANE RAPORU VE TEMİZ SÖMÜRGECİLİK
 
Bu iki komisyon üyesi Oberlin College Başkanı ve Yazar Henry Churchill King ile Şikagolu iş adamı ve Demokrat Parti destekçisi Charles Richard Crane’di.
King-Crane komisyonu aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri’nin Ortadoğu’ya emperyal ilgisinin başlangıcını temsil etmekteydi.
King-Crane ikilisi Suriye, Filistin ve Lübnan’da Türk olmayan yerli halkın yaşadığı bölgelerde halkın görüşlerini dinledikten sonra raporunu hazırladı ve Paris Konferansı’na sundu.
1-Suriyeliler Fransız mandasını istememekte, ilk tercihleri bağımsızlık ama ikinci tercihleri ise Amerikan mandasından yana.
2-İngiliz mandası ise üçüncü tercih olarak yer alıyor.
3-Öte yandan Ortadoğu genel olarak bağımsızlığa henüz hazır değil.
4-En ideal olan ise Osmanlı İmparatorluğu topraklarında manda yönetimi oluşturulması.
Ancak Komisyonun raporu dikkate alınmadı ve kamuoyuna üç yıl sonra açıklandı.
Aslında komisyonun dilinin altındaki bakla bölgenin Amerikan hâkimiyetine terk edilmesiydi. Çünkü ABD’nin ortaya koyduğu yeni sömürgecilik anlayışı eski İngiliz ve Fransız kolonyalizminin o barbar görüntüsünü bir kenara atacak denli “etik ilkelere” dayalıydı. Bunun adı Wilson ilkeleriydi ve şahane bir şekilde kurgulanmıştı:
“Sömürgeciliğin sonu gelmişti, kimse kimsenin toprağını işgal ve ilhak etmeyecek, milletler kendi geleceklerini tayin etme hakkına sahip olacak ve bu suretle serbest gelişmeleri için kendi iradeleriyle bir rehberin yardımını alacaklar, ticaretin önündeki engeller kaldırılacaktı. Beklenti açıktır: Avrupalı sömürgecilere karşı az yahut çok endişe taşıyan yerli halklar, yürütülecek iyi bir public relations ile yani halkla ilişkiler çalışmasıyla Amerikan himayesini tercih edeceklerdi.”(*)
 
ABD-AVRUPA ARASINDAKİ ORTA DOĞU ÇEKİŞMESİNİN BAŞLANGICI
 
Kurtuluş Savaşı ateşi yakılırken İstanbul’daki bazı aydınların ve politikacıların “Amerikan Mandası” talepleri tam da bu halkla ilişkiler çalışmasının ürünüydü.
Aradan neredeyse 100 yıl geçti.
Amerikaile Avrupa’nın petrol ve gaz yataklarının yuvasıOrtadoğu’daki çekişme süreci böyle başladı. Bu komisyonun çalışmaları ve ortaya koyduğu rapor da 1 milyon Iraklının katili ama aynı zamanda “İnsani değerlerin savunucusu” olan dostumuz-müttefikimiz Amerika’nın "emperyal" politikasının şekillenmesinde ne denli etkili olduğunun ipuçlarını vermekte.
 
FRANSA’YA İKİ SALDIRI YETTİ, SIRA KİMDE?
 
Suriye’de iç savaşın çıktığı tarihten başlayarak Fransa’nın izlediği dış politikanın seyrine bakın örneğin. Nereden nereye geldi?
Suriye iç savaşı çıktığında bölgedeki etkisini yeniden artırmak amacıyla eski emperyal aklı devreye girdi ve  “Hemen müdahale edelim, Esad’ı devirelim” çağrısı yaptı. Türkiye’ye tam destek verdi. Dahası Filistin’in bağımsızlığını tanımakla kalmadı, Avrupa Birliği’nin tanımasını sağladı.
Fransa’ya bir Charlie Hebdo baskını ile Bataclan konser salonuna yapılan saldırıda öldürülen 129 kişi yetti. Olağanüstü hâl ilan edip köşesine çekildi ve tüm dış politika tezlerinden feragat etti. Bugün Suriye’de Esadlı bir çözümü savunuyor.
İngiltere Amerika ile yürüttüğü Anglo-Sakson ittifakın gereği olarak sessiz ve derinden gidiyor.
Almanya ise önce küçük skandallarla hizaya getirilmeye çalışıldı. Örneğin Volkswagen şoku onlar için küçük bir uyarıcıydı. Irkçı hareketler hortlatılırken kontrol altında tuttukları PKK Almanya’da Türklere saldırtılmaya başlandı. Merkel sıranın kendilerine geldiğini düşünüyor mudur bilemiyoruz. Zaten Belçika’daki katliam tüm Avrupa’ya ve onun majör gücü Almanya’ya bir mesajdı.
 
ÖNCE PETROL, OLMADI PANAMA BELGELERİ
 
Türkiye malum, durmadan çıkıntılık yapıyor. Irak Kürdistanı ile ilişkileri zirvede. ABD’nin PYD’sine “Sakın Fırat’ın batısına geçmeye kalkma” diyor, AB ile mülteciler konusunda anlaşmaya varıyor. Ne oluyor o zaman? Belçika ve Fransa’daki gibi canlı bombalar patlatılıyor, katliamlar yapılıyor, hendeklerde son PKK’lının öldürülmesine kadar süreceği belli olan bir kent kalkışması başlatılıyor.
Şii İran nükleer yaptırımla ehlileştirilerek bilindiği gibi İngiliz denetimindeki Şii Irak ile bir hat oluşturdu.
Yalnızca Rusya King-Crane raporuyla başlayan niyetin hesapta olmayan kâğıdıydı. Onunla da anlaşmaya varıldı. Petrol sen nelere kadirsin!
Olmadı mı?
PANAMA BELGELERİ ortaya çıkar birden ve Putin’in 2 milyar dolarlık yakınlarına para transferi yaptığı ifşa edilir.
Bu ülkenin adı boşuna Para Birleşik Devletleri değil.
İnsanlık, insan hakları ve “halkların kendi kaderlerini tayin hakkı” mı dediniz?
Nasıl olsa Wilson da öldü, Lenin de.
Yaşasın King-Crane hattı! Sykes-Picot’nun da canı cehenneme…
…..
(*) M.Derviş Kılınçkaya
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.