Abdullah Gül “Alnıma silah dayadılar” deyince sandım ki…

A -
A +
279 sanıklı Ergenekon Davası usule dayalı olarak 18 ihlalin sıralandığı 231 sayfalık çarpıcı gerekçelerle temyizden döndü. Dosya yeniden yargılama için İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi’ne iade edilince birçok taş yerinden oynadı kuşkusuz.
Şimdi şöyle bir hava var.
Ergenekon Davası’nın altının boş olmasından, FETÖ’cülerin bu kumpasın yanına Balyoz’u ve dünyanın en ahlaksız tezgâhı Askerî Casusluk Davası’nı da ekleyerek orduda tasfiye yapma amaçlarının deşifre edilmesinden yola çıkarak AK Parti’ye yönelik darbe arayışlarının ve girişimlerinin hiç olmadığı ya da yaşanmadığı algısı oluşturulmaya çalışılıyor.
Evet Balyoz’daki jenerik senaryo hariç (Zaten Çetin Doğan gururla söylüyor) bu davaların Paralel Yapı’nın TSK’yı ele geçirme amaçlı olarak kotarıldığı artık sır değil.
Çok can yakıldı. Kuddusi Okkır’lar, Ali Tatar’lar, Türkan Saylan’lar, Berk Erden’ler, Kaşif Kozinoğlu’lar…
Uyduruk sorgulamalar, savcı ve yargıçların hukuk dışılıkları, sahte CD’ler ve onlarca olay.
Peki, tüm bunlar TSK’daki kimi generallerin ve subayların darbe yapma heveslerinin olmadığı anlamına geliyor mu?
Özden Örnek’in buz gibi gerçek olan günlüklerini unutacak mıyız?
Balyoz davası jenerik senaryodaki statlarda insanları toplamayı, belediyelere, teşkilatlara el koyma senaryolarının work shop olarak tatbikatlarını unutacak mıyız?
27 Nisan Muhtırasını, 367 şaklabanlığını, Anayasa Mahkemesi’nin o AK Parti’yi kapatma kepazeliğini unutacak mıyız?
Darbeye zemin için planlanıp uygulamaya konulan cumhuriyet mitinglerini, generallerin tehditlerini, bu tehditleri çarşaf çarşaf yayınlayanları, rahatsız genç subayları, “geldi gelecek” manşetlerini, rahatsız genç subayları tanıyan kimi gazetecilerin generallerle toplantı yapıp “Hadi bir an önce harekete geçin, yapacaksanız yapın” fişteklemelerini unutacak mıyız?
Unutmayacağız tabii.
Daha onlarca örnek var.
Ama sonuçta bu davaların içini boşaltarak TSK’yı ele geçirmeye kalkışan Paralel Yapı, Türkiye’ye bir kötülük daha yaptı ve darbelerle yüzleşmenin önüne geçti.
Gelelim neden Abdullah Gül “Alnıma silah dayadılar” deyince zannettim ki… başlığını attığıma.
Çünkü birkaç gün önce Abdullah Gül’ün anlattıklarından yola çıkarak yayınlanan bir haberin başlığını okuyunca yerimden zıpladım.
“Allah Allah bir de o vakit alnına silah mı dayamışlar” dedim.
Meğer Sayın Gül, üniversite yıllarındayken solcu öğrencilerin kendisini tehdit edip alnına silah dayadığını anlatmış Millî Türk Talebe Birliği’nin kuruluşunun 100. yılı nedeniyle hazırlanan belgeselde.
Oysa beni heyecanla yerimden zıplatan olay 2006 yılındaydı. Darbe heveslisi generallerin heyheylendiği yıllar. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in görev süresi 16 Mayıs 2007’de sona ermekteydi ve AK Parti iktidarı 2006 yılından itibaren yeni Cumhurbaşkanı için hazırlıklara başlamıştı.
Ama “laiklik” hassasiyeti zirve yapmış darbeciler ve medyası ayaktaydı. Çankaya’ya eşi başörtülü bir cumhurbaşkanı çıkmamalıydı. Gelgelelim Tayyip Erdoğan kararlıydı. Kendisi de çıkabilirdi, Abdullah Gül de, Bülent Arınç da…
Abdullah Gül o tarihlerde bilindiği gibi Dışişleri Bakanı’ydı.
O günlerde Show Haber Ankara temsilcisiydim ve bir gün AK Parti’de 2005’e kadar Millî Eğitim ve Kültür ve Turizm Bakanlığı yapmış olan Erkan Mumcu ile bir akşam yemeğinde buluştuk.
Sohbet esnasında Mumcu “Aslında işler çok kötüye gidiyor” dedi. Cevabımı beklemeden “Cumhurbaşkanlığı meselesinde ısrar etmemek lazım çünkü asker çok ciddi” diye ekledi.
Bunu herkesin söylediğini ama sonuçta demokrasinin kaçınılmaz sonucu olarak Meclis’teki iradenin sonucu belirleyeceğini söyledim. Evet, o günün şartlarında çok naif kalan bir cevaptı benimkisi. Nitekim Erkan Mumcu “Senin haberin yok galiba” dedi ve devam etti:
“Geçenlerde askerlerin Abdullah Gül’ü Dışişleri Konutundan alıp arabayla sabaha kadar gezdirdiklerini biliyor musun? Bu ne anlama geliyor farkında mısın? Adamların gözü kara. Senin Dışişleri Bakanı’nı konutundan alıp âdeta kaçırabiliyorlarsa gerisini sen düşün...”
Önceki gün Abdullah Gül’ün “Alnıma silah dayadılar” başlığıyla yayınlanan anısını gördüğümde aklıma işte bu konuşma geldi. O yüzden sabaha kadar süren bu gezideki “ikna” çabaları sırasında Abdullah Gül’ün alnına silah dayandığını düşündüm.
Neyse ki öyle değilmiş.
Gerçi bilmiyorum o “otomobil gezisi”nde neler oldu ama yine de sevindim böyle bir şey olmadığını umarak.
 
 
Nasuhi Güngör meselesi
 
En son lafımı başta söyleyeyim.
Vallahi bana inandırıcı gelemediniz Nasuhi Güngör.
Bu konjonktürel aydınlanmalar, kişisel meselelerle bir araya gelince inandırıcı olamıyor da ondan.
2001 yılında yazıp yayınladığınız Yenilikçi Hareket adlı kitabınızla, AK Parti’nin kuruluşunda İsrail’in rolü olduğunu, Tayyip Erdoğan’ı Yahudi lobisinin işbaşına getirdiğini ileri sürdüğünüzde ve bu kitabınız Saadet Partisi’nin başucu kitabı olduğunda şüphesiz bugünleri görememiştiniz ama en azından TRT Haber Dairesi Başkanlığı’na getirildiğinizde hayatınızda yeni bir sayfa açmıştınız.
Biliyoruz ki TRT Genel Müdürlüğü’ne taliptiniz ve hayal kırıklığınız oldu Şenol Göka gelince.
Döneminize ilişkin o kadar çok şey dinledim ki. Hiçbiri kanıtlanamamış ve teyit edilmemiş bilgiler olduğu için yazma gereğini bile duymuyorum. Sizi yazılarınızdan da takip eden biri olarak her zamanki temkinli, usturuplu üslubunuzun, sofistike anlatımınızın dışında böylesine sert, dolaysız hatta açık söyleyeyim biraz da patavatsız bir biçimde a Haber’de “Artık Başbakan Davutoğlu ile bu iş yürümüyor” demenizi yadırgadım.
Ha, ele aldığınız konularda eleştiri olamaz mı?
Hiç kuşkusuz.
Ama bu sözlerle sanki ayar kaçmış.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.