Kürdistan’ın bağımsızlığı ve Türkiye’nin yaklaşımı

A -
A +
Devletin derin dehlizlerinde son günlerde konuşulan konuların başında Irak Kürt Bölge Yönetimi (IKBY) Başkanı Mesud Barzani ve 25 Eylül’de yapılacağını açıkladığı “Kürdistan’ın bağımsızlığı için referandum kararı” geliyor. Konuyu devletin üst kademelerinde tartışanlar iki think tank kuruluşuna sipariş edilen ve gelecek planlarına yönelik projeksiyon çalışması üzerine bol bol beyin fırtınası yapıyorlar.
Think tank kuruluşlarının gönderdiği raporlara uzun uzadıya girmeye gerek yok ama tartışılan iki konu var bu çerçevede:
1-25 Eylül’deki referandum sonucunda “Evet” oylarıyla bağımsızlık ilan edilirse ABD bunu nasıl karşılayacak. Kürdistan’ın bağımsızlığını kabullenir ve ülkeyi diplomatik olarak tanır mı?
2-Eğer tanırsa Türkiye ne yapmalı? Peki, ihtimaller neyi gösteriyor ve diplomatik girişimler ülkemizin çıkarına olacak şekilde ve hangi eksende yürütülmeli?

Nasıl, beğendiniz mi bu giriş cümlelerini. Çok fiyakalı değil mi?
Oysa tamamen kurgu bu.
Ne böyle bir çalışma var, ne de toplantılar.
Keşke olsa ve biz de göğsümüzü gere gere yazsak.
Malum, Barzani ve referandum kararına eski klişelerle tepki verildi. Kolay iş, elde nasıl olsa 90 yıllık uygun bir metin var, onu kullanırız olur biter.
Oysa ABD ne yapıyor?
“Biz Kürt halkının meşru olarak devlet kurma hakkını tanıyoruz ancak şu anda zamanı değil. Hele şu DEAŞ ile mücadele tamamlansın ondan sonra. Yoksa şimdiden yapılırsa bazı problemler ortaya çıkar”
Batı’nın ve ABD’nin kıvrak, esnek ve her manaya gelebilecek açıklamalarla sürdürdüğü, geri planda bölgeye yönelik hazırladıkları 20 yıllık planlar temelinde ufak tefek oynamalarla hareket ettiği dikkate alınırsa kısa zaman sonra olacakları kestirebilmek için en azından şimdiden yoğun tempolu bir çalışmaya ihtiyaç olduğu açık.
Yıllardır karşımıza çıkan her Batı sürprizi karşısında bunu “Batı’nın arızaları” olarak niteleyip karşılaştığımız sorunları rasyonalize etmeyi alışkanlık hâline getirdik.
Bu alışkanlıktan kurtulmak gerek.
Sabah yazarı Haşmet Babaoğlu’nun dediği gibi tedbirli olmanın ve gerektiğinde karşı hamleler yapabilmenin başka yolu yok.
Gözümüzün önünde PYD-YPG’ye devlet kurduruyorlar.
Öte yandan yine gözümüzün önünde Irak Kürdistanı bağımsızlığını ilan etmek için düğmeye basıyor. Üstelik bunu Irak İçişleri Bakanı bile “Bağımsızlık Kürtlerin hakkı” diye karşılıyor.
Biz klişelerle yürüyoruz. Oysa bölgenin en mühim gücü Türkiye. Karşılıklı çıkarlarımız neyi gerektiriyorsa, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hep söylediği üzere “Kazan-Kazan” ilkesine dayalı olarak yeni bir siyasi ve diplomatik atağa geçilebilir. Ben Erdoğan’ın konuya ilişkin açıklamasındaki cümlelerin arasına sıkıştırdığı “En azından bunu istişare ederek yapsalardı” sözüne çok ehemmiyet veriyorum.
Gelgelelim Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlarından, özellikle bölgeye hâkimiyetiyle tanıdığımız İlnur Çevik, önceki gün SETA’de yaptığı bir konuşmada sorulu yanıtlı bölümlere geçilince bir soru üzerine şöyle dedi:
“Türkiye referandum yapılmasına karşı, bölgede istikrarsızlığın artacağını düşünüyor. Ama eğer bir Kürt Devleti kurulursa Türkiye, boykot uygulamaz.”
İşin ilginç yanı İlnur Çevik’in katıldığı toplantının konuklarından biri Irak Merkezî Hükûmeti Ankara Büyükelçisi Hisham Al-Alawi, diğeri de IKBY Başdanışmanı Hemin Hawrami’ydi.
Gerçi İlnur Çevik konuşmasının büyük bölümünde referandum kararının yanlış ve bölgede istikrarsızlığa sebep olacağını anlattı ama sonuçta bir ipucu da vermiş oldu.
Ama yine de böyle imalarla ya da küçük işaretlerle konuşmak yerine daha şeffaf olunması ve yıllardır âdeta Türkiye ile bütünleşerek kardeş bir ülke hâline gelen IKBY’nin Başkanı Barzani’yi güçlendirme fikri öne alınmalı.
Önümüzdeki süreçte onlarla net biçimde karşılıklı çıkarlarımız doğrultusunda konuşulmasının vakti geldi.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.