Mamma li Turchi-Anneciğim, Türkler geliyor!..

A -
A +
“En akıllı insanlar bile bu faciayı anlatamaz. Onu anlatmak imkânsızdır, ancak yaşayanlar bilir. Çocuğu fırında diri diri yakılmış anneyi nasıl anlayacaksınız? Yedi yaşında iğfal edilen çocuğa 'suçunu' nasıl anlatacaksınız? Yaşlı Boşnak’ın acılarını, hakarete, eziyete uğramışlığını ve sefaletini ne şekilde dindireceksiniz? Mermi yağmuru altında çocuğunun mezarına gelip 'Fatiha' okuyacak olanlara ve elli yıl evvel Foça’da kardeşleri daha çocukken boğazlanmış olanlara ne diyeceksiniz?..”
Bu satırlar Reco Çauşeviç’in “Bosna-Müslümanlara Son Uyarı” kitabının 'sunuş'unda yer alıyor.
Kendisiyle Bosna katliamının yaraları kanarken özel bir kanaldaki programında konuşmuş ve kendisine şunu sormuştum: “Yıllarca birlikte yaşıyor olsanız da komşularınız tarafında böylesine alçakça bir katliam yapılmasını hiç mi önceden fark etmediniz?”
Verdiği cevapta saklı hainlik mermi yarası kadar acı vericiydi: “Evet, fark edemedik çünkü ismimizden başka her şeyimiz arkada kalsa da, katliamdan bir gün önce aynı masada otursak da biz halen Osmanlıydık, Türk ve Müslümandık…”
Bu satırları neden yazıyorum?
Türkiye’nin küçük düşürülmesi için Hollanda’nın başlattığı kabalığa Batı’nın el birliğiyle başlattığı saldırıya en son paçasını Alman yardımıyla günübirlik kurtaran Yunanistan’ın bile efelenerek katılmasını izah edemeyenler anlamalı ki Avrupa’nın iliklerine kadar işlemiş Osmanlı korkusu belli zamanlarda depreşiyor.
Batı aydınlarının “Bölünük ülke” diye tanımladığı, kendi aydınlarının kendi değerleri ile bir asırdır cebelleştiği Türkiye her şeye rağmen Batı’nın uykularını kaçırmaktadır.
Cemil Meriç’in “Umrandan Uygarlığa”da ifade ettiği “Zavallı Türk aydını… Batılı dostlar alınmasın diye hazinelerini gizlemeye çalışır. Sonra unutur hazineleri olduğunu, düşmanın putlarını takdis eder. Dev, papağanlaşır.
Bütün Kur’anları yaksak, bütün camileri yıksak, Avrupalının gözünde Osmanlıyız, Osmanlı, yani İslam. Karanlık, tehlikeli, düşman yığını…”
Avrupa’nın gözünde Türkiye dışındaki İslam ülkeleri ne kadar küçük sömürgeler olarak iştah kabartıcı ise Türkiye’de İslam medeniyetinin yeniden inşasına aday merkez ülke olarak korkutucudur.
16 Nisan referandumu ile depreşen bu ortak düşman korkusunu temelleri çatırdayan AB’yi ayakta tutmak için kullanıyorlar. Türkiye’nin Başkanlık sistemi ile yükselişini güçlü ve istikrarlı yönetim üzerinden gerçekleştireceğini görüyorlar.
1993 yılında Huntington “medeniyetler çatışması” tezini ileri sürdüğünde bunu hayalcilikle suçlayan içerideki aydınlar bugün yaşadıklarımızı izah edemiyorlar. Oysa Huntington bu çatışmanın sonucunu aynı makalesinde “Batı’da Türkiye’yi Batı toplumunun bir üyesi olarak kabul etmeyen güçlü bir direniş var. Bana öyle geliyor ki, İslam ve Osmanlı mirası üzerine modern bir ekonomi ve demokratik bir siyaset inşa etmeyi başarma ve Müslüman dünyanın Japonya’sı olma fırsatına sahiptir. Eğer bunu başarabilirse inanıyorum ki İslam ve dünya daha güzel olacaktır. Bana göre bu role Türkiye’den daha uygun başka devlet yoktur…” diyordu.
Bugün Batı ile aramızda yaşadığımız gerilim yeni bir tarihin başlangıcıdır...
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.