Bir Osmanlı kokusu var ama...

A -
A +
Daha evvel karayolu ile gitmişliğim var, bu sefer bilmem kaç yüz odalı bir gemi ile uzanıyoruz Kavala'ya...
Serince bir sonbahar sabahı limana giriyoruz, hafiften sis çökmüş, martılar dalıp dalıp çıkıyorlar suya.
Eski fotoğraflara bakın küçük bir balıkçı kasabası göreceksiniz, kale, imaret, kemer ve etraflarında yosunlu çatılar. Kubbeler, minareler, sıra sıra ahşaplar.
Kavala 70 bin nüfuslu bir şehir, iyi ki de büyümemiş, tarihi doku ezilmemiş betona.
Muhacirler Kavala'yı hep tütünü ile anarlar, havalideki tütünler de burada işlenirmiş o yıllarda.
Kavalalılar tütün işini bıraktılar ama depoları hala ayakta. 
Eski Üsküdarlılar iyi bilir, Şemsi Paşa iskelesinin arkasında benzer binalar vardı,  aynı taş duvarlar, aynı demir kapılar, aynı mıhlı pancurlar ve o buruk tütün kokusu havada... 
Tütün işi bizde de bitti, orada da, Yunanlılar ehli keyftir malum, şimdi kim tohum çimlendirecek de fide dikecek? Kim çapalayacak, kim gece kalkıp yaprak kıracak. Yok ipe diz, yok gölgede kurut, sapıyla, çöpüyle, küfüyle uğraş, sar, sarmala, balyala... Halbuki kurabiye işe kolay, hamuru makine yoğuruyor nasıl olsa. İçine iki badem koy, salla fırına. Türkler ellerinde avro bekliyorlar kapıda...
 Bakın şimdi söylemesem içimde kalacak, inanın Kavala kurabiyesini bizimkiler daha güzel yapıyor. Gidin Edirne'ye bulun Arif Usta'yı, hak vereceksiniz bana. Miss gibi tereyağ kokuyor, dilinizle damağınız arasında eriyor, bir sıcaklık yayılıyor ağzınıza.

PEHLİVANLA PAŞA
Bazı yerler vardır hayal kırıklığı yaşarsınız, niye geldim ki dersiniz buraya...  Kavala gittiğinize değen bir belde, kendinizden bir şeyler buluyorsunuz zira. Bir kere sokaklar aynı Safranbolu, kafesse kafes, cumbaysa cumba... Görünür köşelerinde istif hat ile yazılmış maşallahlar, sokak çeşmeleri rahmet okutuyor ecdada.
Kavalalı denince iki isim geliyor aklıma. Biri Mehmet Ali Paşa, biri Mümin Hoca.
Mümin Hoca ufak tefek bir pehlivan, üstelik çolak. İlim irfan sahibi, Serez Medresesinde hayli mürekkep yalamış gençlik yıllarında. Elbette pehlivan milleti yenilmek istemez ama mollanın derdi başka. Medreselileri temsil ediyor zira. O gayretle güreşiyor ve kendinden iki kat iri pehlivanları atı atıveriyor. Düşünün Koca Yusuf'un göbeğini bile gösteriyor yıldızlara.
Kavala'da Mümin Hoca'ya dair bir ize rastlamıyoruz ama Mehmed Ali Paşa öyle mi ya?
Bir kere imaret adıyla anılan külliye şehre silüet çiziyor tek başına. İçinde sübyan mektebinden dar-ül hadise ne ararsan var. Uhdesinde mühendishane bile kurmuşlar, demek ki din ve fen ilimleri birlikte veriliyor. Takriben 200 yıllık bir bina, uzaktan bakılınca Topkapı Sarayına benziyor. 

İmaret adı üzerinde imaret, dedelerimiz aş pişiriyor, dağıtıyorlar fukaraya gurabaya. Müslim, gayri müslim ayrılmıyor, kabını uzatan boş çevrilmiyor asla..
İmaret hem çarşıya yakın, hem de tam hakim limana. 
Peki şimdi? Şimdi beş yıldızlı otel olarak işletiliyor. Hali hazırda Yunanistan'ın en değerli oteli, yüksek fiyatına rağmen boş kalmıyor.
Devam ediyoruz, Kale yolu üzerinde Mehmet Ali Paşanın konağı. Paşa burada doğmadı tabii, gençliğinde getir götür işleri yapan bir postacıydı zira...
Osmanlı'da kimseye sınır yok, layık olan yürüyebiliyor doruklara. İşte Mehmed Ali Paşa ortada.
Zikrolunan konak, sahanlığı, selamlığı, baş odası ile tam bir Türk evi. İlk kat taş ile örülmüş ikinci kat ahşap. Çıkarken merdivenler gıcırdıyor. Camı bir açıyorsunuz "aaa o da ne? Bir taraf çam çim öbür taraf uçsuz bucaksız derya. Konak tam buruna kurulmuş kuş cıvıltıları ile dalga şakırtılar birbirine karışıyor.
Konağın yakınlarında küçük bir mezarlık görüyoruz hazire desek daha doğru olacak ona. Ama mescidi kayıp, artık nasıl (!) olduysa? Bu bölgede Türk eserleri kesif ya, hemen bir kilise kondurmuş, denge kurmuşlar akılları sıra. Kapıda Bizans bayrakları, bilmem artık neden gerek duydularsa?

Konak ve imareti Türkleri çok sevdiklerinden korumadılar. Aksine Mehmed Ali Paşayı Osmanlıya başkaldıran bir isim olarak görüyorlar da ondan. Peki Yunanistan ile Mısır arasında sıkı diplomasinin tesiri? Vardır mutlaka...
Kale'ye çıkınca Kavala'yı daha iyi anlıyorsunuz burası adeta bir ada, dar bir boğazla bağlanıyor karaya. Su işini rahmetli Mimar Sinan halletmiş on katlı apartman yüksekliğindeki kemer derin vadiyi aşıp ulaşıyor kasabaya.
 Rumlar evlere çeşmelere su yollarına dokunmamış ama camilere acımamışlar. Bir zamanlar onlarca cami bulunan Kavala'da bir tane bile kalmamış.
Sadece iki tanesinin izine rastlıyoruz. Kanuni'nin sadrazamı Makbul İbrahim Paşanın (Pargalı) Camisi kiliseye çevrilmiş. Ne zaman? Lozan Anlaşmasından hemen sonra. 1626'da.
Yıkılan minaresi ve Bizans armalarına rağmen ben camiyim diye bağırıyor adeta.
 Ve kale yolunda bir camiye daha rastgeliyoruz. Bu mübarek 5 asırlık Halil Bey Camisi. Bir zamanlar metruktu tamir edilince sevinmiştik, "oh be bir cami açacaklar sonunda." 
Boşa ümitlenmişiz, mübareği sanat müzesi yapmışlar, içinde abuk subuk resimler, soyut yapıtlar. Medrese odalarını ise kamu hizmetinde kullanıyorlar.      

OLMUYO BE KOMŞU
Yunanlı turizmciler Türklere n'olur gelin diyorlar ama artık iş sadece uzo ve sirtakiyle yürümüyor, mütedeyyin insanlarımız da geziyor, para harcıyor. Onlara namaz kılacakları bir mekan gösteremezsen ben eksi koyarım oraya... Tamam erkekler parklara bahçelere seccade serebiliyor ama kadınlar ciddi ciddi sıkıntı çekiyor.
 Bir de incitici sloganlardan vazgeçmeleri lazım. Bir zamanlar Kavala'nın her yerinde Kıbrıs haritaları vardı. Üzerinde kan damlaları filan, Türklere saydırıyorlardı gözümüze soka soka.
Artık kibarca dokunduruyorlar, misal şehir çıkışına bir tabela koymuşlar "Constantinapolis 460 km". Demek istiyorlar ki "şimdilik sizde dursun, biz gelip alcaz bir ara!"  
 Ulen diyeceksin bütün nüfusun 10 milyon, 20 milyonluk şehre sulanıyorsun, bakmadan boyuna posuna.
 Sen pişir balığını, sat kurabiyeni, ne işin var sonu hüsranla bitecek maceralarda.
TEK MİNARE KALMAMIŞ
Rumlar Mimar Sinan'dan yadigar su kemerini iyi korumuşlar, gelgelelim varlığını bildiğimiz onlarca camiden eser yok. Eğer onlar da dursaydı daha fazla gidecektik, para basacaklardı adeta. 

Türkçe geçer akçe
Yunanistan'da Türkçe ile işinizi iyi kötü halledebiliyorsunuz, aç kalmıyorsunuz en azından...  
Ortak kelimeler çok, sonuna bir is ekliyor o kadar: Karpuzis, cacikis, acıbademis...
 Ancak buz yerine buzikis derseniz bir mana veremiyorlar. Zira Buzikis adlı bir müzik aletleri var, öyle ya bunu neden ister ki insan?
 Yunan edebiyatı okuyan bir ağabeyimiz çöp kovası aranıyor, "sikupidyu tenekes?" diye soruyor oralarda dolanan Rum'a.
 Adam ne dese beğenirsiniz?
 "Yok anasını satiym, ben de arıyorum ama..."
 Cumhuriyetin ilk yılında mübadele gibi bir ilkelliğe imza atmış Anadolu'da yaşayan Türk asıllı Ortodoksları Yunanistan'a satmışız. Bunlar akıcı bir Türkçe konuşuyorlar. Nitekim yaşlı bir kadıncağız yaklaşıp muhabbetimize katılıyor.
-Kütahyalıyım adım Kula. Ama ne manaya geldiğini bilmiyorum, sormadım da babama.
 Kula'nın şirin bir kasaba olduğunu söylüyoruz, şaşırıyor, bak bir yer adı olabileceği hiç gelmezdi aklıma...  
 Yol boylarında minyatür kiliseler görüyorsunuz. Kimi galvenizli saçtan, kimi alçıdan, tahtadan. Trafik kazasında yakını ölenler vaka mahalline minyatür şapel bırakıyor içine ikonalar koyuyor, mum yakıyorlar.
 Az gidiyoruz bakıyorum yüzlerce şapel yan yana... "Burada katliam gibi bir kaza olmuş" diyorum "kesin iki otobüs girmiş kafa kafaya!"
 "Hayır dostum" diyor rehberimiz, "o şapel imalatçısı, parakende satış da yapıyor ayrıca!"

HESAPLARI BAŞKA
Yunanlılar Kavalalı'yı bir Türk paşası olarak değil, isyankâr olarak görüyorlar. Eğer Osmanlı'nın başına gaileler açtıysa alkışlanmalı. Yetmez, heykeli yapılmalı hatta. 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.