DUAYEN GAZETECİ ALİ TABAN

A -
A +

Gazetemizin kuruluş yıllarında "Başyazarlığını" yapan Ali Taban komple gazeteciydi. Muhasebeden, muharrirliğe, musahhihlikten mizanpaja her işte çalışmış yönetici olmuştu sonunda...

Kendini işine öyle kaptırırdı ki etrafını görmez olur, seslenseniz duymazdı. Haber seçiyor, sayfa çiziyor, alım, satım, maaş, avans hep ondan sorulurdu. O yıllarda cılız bütçe ile işleri yürütmek kolay değildi. Yeri geldiğinde hesap işleriyle uğraşan bir muhasip, bazen haber peşinde koşan bir muhabir, kimi zaman yazılardaki hata ve eksikleri yakalayan bir musahhih ve aynı zamanda makaleleriyle gündemi oluşturan bir muharrirdi...

1963 yılının Aralık ayında Mustafa Çetin, Salih Zeki, Hayati Çiftlik, Sacit, Cumali ve Ali Taban ile Bayezid Bakırcılarda Mahmud Kemal İnal'ın konağının ikinci katında kalıyorduk.

Ali Taban idealist bir gençti kabına sığmazdı. Ticaret lisesi mezunuydu ve İTİA'da okuyordu. Düz liseyi de dışarıdan bitirmiş, hukuk fakültesine kaydını yaptırmıştı. Çok iyi gözlemciydi, Prof. Hüseyin Naili Kubalı'nın bir taklidini yapardı, görmeniz lâzımdı.

Sohbeti severdi, yeter ki çay bulsun sabahlardı. İlmihal okunurken sükunetle dinler, derinlere dalardı.

Mübareklerin yazdığı Ehl-i Sünnet kasidesini çok okur peşine "şimdi de Şems-i Taban doğacak Anadolu'dan" cümlesini takardı.

Dilerseniz sözü bırakalım, onu arkadaşları anlatsın...

PEHLİVAN PEHLİVAAAN!

Kaldığımız konağın odaları genişti, Anadolu çocukları aralarında güreş tutarlardı. Ali Taban'ı herkes yıkardı ama bıkmazdı, yenilen pehlivan güreşe doymazdı.

Derken Nişancı Mehmet Ağa'da bir ev kiraladık. Hasan Karaduman, Abdüllatif Uyan ağabeyle birlikte kalıyoruz. Ali Taban da iki günde bir yatıya geliyor. Yine güreş istiyor. Ben bile bile yenilmeye başladım. Kendine güveni arttı. Bir gün yine tutuştuk ne yendim, ne yenildim onu iyice yorup takatsiz bıraktım. Meğer bünyesi zayıfmış sarardı, bayıldı. Çok üzüldüm bilsem yapar mıydım?

Zeki Abi Başbakanlık'tan Türkiye'deki bütün köy isimlerini almış. Akşamları oturur Mevlana Halid-i Bağdadi hazretlerinin İman ve İslam kitabını zarflar, muhtarlara, muallimlere yollardık.

O gece sıkı çalışmıştık, sabaha doğru uyku bastırdı. Kalktığımızda güneş neredeyse doğacaktı. Ben abdest alırken Ali Taban geldi, musluğu ona bırakıyordum ki düştü bayıldı. Götürüp yatağına yatırdık. Acaba zehirlenmiş olabilir miydi? Hemen semte dağıldık, bakkallardan bulduğumuz yoğurtları topladık. Döndük baktık kendine gelmiş, oturup birlikte kaşıkladık. Neşesi yerine gelince "siz niye yiyorsunuz ki" diye takılmıştı "bu yoğurtlar bana alındı."

TAKUNYALAR NEREDE?

Ali Abi rahmetli zekiydi, ders çalışmazdı. Notlarını körüklü meşin çantasına doldurur ve sadakatle taşırdı.

Bir gün çantasındaki kitapları çıkarıp sakladım. Banyodaki tahta takunyaları koyup kapattım.

Aradan üç gün geçti, Ali Taban yine geldi.

"Ya Ali Abi" dedim, "takunyaları bulamıyorum, haberin var mı?"

-Ben ne bileyim sizin takunyalarınızı!

- Senin şu çantaya baksak mı?

- Ya git saçmalama. Benim çantam ilmi eserlerle dolu, sizin pis takunyalarınız ne arasın!

- Yine de bakalım, n'olur n'olmaz.

Çantayı getirdi "al kendin bak!"

Açtım içinde takunyalar.

-Peki benim kitaplarım nerede?

Üzmedim "İşte şurada!"

-Demek bana günlerdir takunya taşıttın ha?

-Hakkını helal et, kusura bakma.

-O zaman git bir çay demle de barışalım.

Ali Abi hemen affederdi, kin tutmazdı.

ZAYİİNDEN HÜKÜMSÜZ

1965'de "Babıali'de Sabah" kuruldu. Ali Taban'la birlikte çalışmaya başladık. Ben tashihlere bakıyorum, o muhasebede vazife aldı. Sigortamı yapmak için nüfus cüzdanımı istedi. Verdim. Aradan üç ay geçti iade etmedi. Birkaç defa istedim, çekmeceleri karıştırdı, bulamadı. Artık yenisini çıkaracağım, ilan filan verecek nüfus idaresiyle uğraşacağım.

O gün baktım ceketini de sandalyesinin arkasına atmış. Elimi iç cebine daldırdım bir tomar kağıt çıktı. Aaa bi baktım evraklar arasında benim nüfus cüzdanım. Gösterdim. "Haa demek cebimdeymiş" dedi, pek de şaşırmadı.

Eh iki fakülte birden okur, yetmez gibi gazeteciliğe kalkışırsan olacağı buydu, dağılırdın

Ali Taban ağabey, mahir bir gazeteciydi. Merhum Prof. Hasan Gürbüz, Muammer Gürbüz, Mehmet Emin İnler, Feyyaz Hıdıroğlu, Abdullatif Uyan onun Yazı işleri Müdürü olduğu "Babıali'de Sabah" gazetesinde yetişmişlerdi.

Kendini işine öyle kaptırırdı ki etrafını görmez olur, seslenseniz duymazdı. Kaşıyla gözüyle mizanpaj çizer, muhayyel sayfadaki eksikleri yakalardı. Seyredenler de "deli mi ne" diye mırıldanırlardı.

Tecrübelerini kendine saklamaz gençlerle paylaşırdı. Personeline müşfikti, yanına rahat çıkılırdı.

Gazeteciliği bırakıp, inşaatçılığa başladığını duyunca çok üzülmüş yanına gitmiştim. "Ali abi, bu ne hal?"

"Hayırlısı" diye fısıldadı. Babıali'den bir yıldız daha kaymıştı.

Gazeteci Yazar Suphi Birpınar

BEN ONA KIZ VERMEM

ir ara Ethem Kırçın ağabey ona bir kız tavsiye etmiş. Bu arada ben olanlardan habersiz zikrolunan kızı bir başka arkadaşa istemişim. Kabul ettiler, nişan yaptılar.
Ali Taban, Ethem Abiyi sıkıştırmaya başlamış "hani o kız işi tamamdı? Bak başkasıyla nişanlandı."
-Benim barutum az geldi aslanım, İhsan'ın hatırı fazlaymış.
Hadiseden haberdar olunca "tamam dedim seni de ben evlendireceğim. Hem de bu hafta."
Ali Taban Ağabey artık eve her geldiğinde bir şeyler getiriyor. Abdülfettah abi soruyor:       -Bunlar da nerden çıktı Ali Abi?
-Evleniyorum aslanım, olmasın mı?
O da "senin gibisine kim kız verir ki" diye sataşıyor.
Hafta sonu bir araya geldik. Salih Zeki, Abdülfettah abiye dönüp "senin kız kardeşini Ali Taban'a istiyoruz" demesin mi? "Nee" diye bağırdı, "ben buna kız verir miyim ya?"
Ali Taban da  "sanki ben alırım da."
Halbuki yarım saat sonra kız istemek için Düzce'ye doğru çıkmıştık yola.
Aile gibiydik, ne muhabbet vardı aramızda.
Tarihçi Yazar İhsan Uzungüngör

Ali 
Tabaaan telefon!


Bedir Yayınevinde işe başladım. Ali Taban ise Sabah'ın Yazı İşleri Müdürü oldu. Gazetenin idari işlerine emekli Yarbay Hilmi Karabel bakardı.
O gün gazete dönmek üzere, telaş, panik, curcuna. Telefon çalıyor. Ali Abi kaldırıyor: --Alo buyrun?
-Ali Taban beyle görüşecektim.
Ahizeyi bırakıyor, koridora çıkıyor, var gücü ile bağırıyor. "Ali Taban! Ali Taban! Telefon!"
Hilmi Yarbay "Vah vah başımıza bu da mı gelecekti" diyor, "Ali Taban, Ali Taban'ı arıyor!"
CÖMERTTİ DERDİNİZLE DERTLENİRDİ
Rahmetli  Ali Taban Ağabey ile ilgili kime mikrofon tutsanız size çok cömertti diyecektir. Kimseyi geri çevirmez, o an üzerinde olmasa bile bulup buluşturur, derdinizi hallederdi sonunda.
Erenköy'de komşuyduk. Sofrasında mutlaka misafir görmek ister, güzel bir yemeği olsa beni ve Faruk Aydın Ağabeyi çağırırdı. Ali Ağabey İslam büyüklerinin hayatlarını iyi bilir, iyi de anlatırdı. Gündeme onların penceresinden bakmaya çalışırdı, acaba Allahü teâlânın veli kulları şu hadise karşısında nasıl davranırlar?
Bizim gibi genç meslektaşlarını yakaladı mı, sözü gazeteciliğin zor yıllarına getirir, çakaralmaz kameraları, kurşun harfleri, klişeleri dillendirirdi. Genç gazetecilerin bunca imkâna rağmen ağırdan almalarını anlayamazdı.
Seyyid Aydın Arvasi ve Seyyid Ahmet Arvasi Hocaya büyük hürmeti vardı. Ehl-i Beyt sevgisi doruktaydı.
Ali Ağabey bilahare Düzce ve Çorum'da iki dinlenme tesisi aldı. Anadolu'ya giden gazetecileri ağırlamaktan büyük zevk duyardı. Yolculara dini ve milli bilgilerle dolu takvimler, kitaplar hediye eder, bunu vazife sayardı.
Cömertti, samimiydi, dost canlısıydı. Nitekim musalla başında dostları hiç tereddüt etmeden "iyi bilirdik" diye haykırdı. 
Gazeteci Cüneyt Bitikçioğlu
ONLARDAN AZ KALDI
Ârif ve Ehl-i dil (şimdi gönül adamı deniyor) kelimeleri neyi tarif ve tasvir ediyorsa, öyleydi Ali Ağabey.
Birkaç şeyi aynı anda düşünebilen nadir insanlardandı. "Medyanın Babıali olduğu dönemlerde" yayın yönetmenliği yapmış, iş hayatına da kolay alışmıştı.
Parlak zekâsını, derin bilgisini ustalıkla setrederdi. İçindeki fırtınaları, mahzunlara, mâsumlara olan merhametini saklar neşeli durmaya çalışırdı. Gören de hayatı ciddiye almadığını sanırdı.
Ali Ağabey iktisat tahsili yapmıştı ama siyasette de uzmandı. Tahlil ve teşhisleri fevkalâde isabetliydi. Hukuk, sosyoloji ve insan davranışları hususundaki hâkimiyeti "editoryal" denilen başyazılarına aksederdi.
Mütefekkirdi. Yazılarında bilgi, belge ve heyecan vardı. Kalem erbabını gözünden tanırdı. Kim kabiliyetli, kim kaprisli ona sormalıydı. Yazarlar da onun derinliğini bilir, makalelerine müdahale etse bile ses çıkarmazlardı. Ali Ağabey "eskiden fikriyatı ne olursa olsun insanlar bilgiliydi, iş ahlâkı vardı. Eğitimin sistemsizliği seviyeyi düşürdü" diye yakınırdı.
Nüktedandı. 60'lı, 70'li yılların Türkiye'sini çok iyi karikatürize ederdi, mizah ona yakışırdı.
Çalışkandı, bir dakikasını boşa harcamaz, sizi dinlerken, yapacağı işleri de planlardı.
Neşeliydi, şakacıydı. "Vakit bulsam evleneceğim" der, kendini de hicve alırdı. Bir gün Üsküdar vapurunda biletini ararken çantasında yıllar öncesine ait kıymetli evrakları bulduğunu gülerek anlatmıştı.
Müsamahakârdı. Kimseyi incitmez, tenkit etmez, hataları yüze vurmazdı.  
Merhametliydi. Üniversitedeyken bir süre gece musahhihi olarak yanında çalışmıştım. İş hayatına atılınca da peşini bırakmadım, yaz tatillerinde tezgâhtarlığını yaptım. Yıllar geçti evlendim barklandım, yolumuz ayrıldı. O gün yanına uğramış bir miktar oturup kalkmıştım. Zira akşam misafirlerim vardı. Kaşla göz arasında cebime para sıkıştırdı. "Konuklarına harcarsın" diye fısıldadı. Bu inceliği unutamazdım.
Ömer Faruk Turan
 NİKÂHINI BEN KIYDIM
 Ali Taban Ağabey için Düzce'ye kız istemeye gidenler arasında ben de vardım. Aile büyükleri muvafık buldular.
Nikâhı sen yap dediler. Hiç nikâh kıymamıştım ama açar ilmihali okurdum, zoru yok ya.
Şöyle bir göz gezdirdim, sonra oturdum hoca koltuğuna. "Usuldendir" dedim, "damat bey söyle bakalım İslâm'ın şartı kaç?"
-Yaa abi sen benim bildiğimi bilmiyor musun?
-Olsun! Söyle duysunlar!
Neyse nikâhı kıydık, tebrikleştik. Düzcelilerin âdetiymiş birden ayaklanıp bize dayak attılar. Bayağı da vuruyorlar. Canımız yanmış ama hiç incinmemiştik, yumruklar tatlı gibi gelmişti dost hatırına.
  Yazar Şair Abdüllatif Uyan
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.