Aman Türkiye'nin başı 'Ağrı'masın!..

A -
A +

Bu ülkede ne zaman barış yönünde ümitler yeşerse, hemen karanlık odaklar devreye girer; kaynağı belirsiz, sebebi meçhul bir olayı tezgâhlayıp önümüze koyar...

Ağrı'nın Diyadin ilçesi, Yukarıtütek köyünde güvenlik kuvvetlerine yapılan saldırı, 6-7 Ekim olaylarından sonra, çözüm sürecine yönelik en büyük tehdittir. İrili ufaklı sayısız sabotajlara rağmen, iki seneyi aşkın zamandır yürüyen barış sürecinde, tam da sonuca götürecek adımların atılması beklenirken, bu türden bir hadisenin patlak vermesi, son derece talihsiz ve tehlikeli bir gelişmedir. 1993'te Bingöl'de, 33 silahsız erimizin şehit edildiği o korkunç saldırıdan; Aktütün Karakolu ve Tokat Reşadiye'deki terörist baskınlara kadar, ülkede son yirmi küsur yılda, sayısız ihanet örneği yaşandı. Şüphesiz her bir saldırı, terörü fena hâlde azdırırken, barış umutlarını da iyice zayıflatıyordu. Bunca acıların ve verilen büyük kayıpların toplumda yaptığı tahribat ortada... Yıllarca bu ürkütücü tabloya dair, nafile tartışmalar yaptık. 30 yıl sonra, nihayet akan kanı durduracak ve kalıcı barışı sağlayacak, cesur ve kararlı adımlar atılabildi. Evet, 2013 Mart'ından bu tarafa, terör eylemlerinin durmuş olması, halkımızı büyük ölçüde ferahlattı. Özellikle Güneydoğu'da yaşayan vatandaşlarımız, uzun bir aradan sonra, çözüm sürecinin getirdiği sükûnet sayesinde, rahat bir nefes alabildi ve hayatın tadını çıkarmaya başladı.

Bunun devam etmesi ve kalıcı bir toplumsal barışla sonuçlanması şart. Bunun da olabilmesi için, PKK militanlarının kesin olarak silah bırakması gerekir. Bunun başka alternatifi yok. Dünyanın hiçbir ülkesinde, devletin güvenlik güçlerinden başka, hiçbir örgüt veya benzeri yapının silah kullanma yetkisi yoktur ve olamaz. Güç kullanma meşruiyeti, yalnız ve yalnız devletin yetkili kurumlarına mahsustur. İllegal bir örgütün hangi iddia ve maksatla olursa olsun, devlete ait olan yetkileri kullanamaya kalkışması, bu çerçevede silahlı veya silahsız eylem ve müdahalelerde bulunması, asla kabul edilebilecek bir durum değildir. Tam bu noktada, bölücü terör örgütünün, Güney Doğu Bölgesinin özellikle bazı kırsal alanlarında, bu anlamda birtakım fiili durumlar oluşturmaya kalkışması, devletin göz yumacağı bir şey değildir. Ağrı Diyadin'deki olayı, bu açıdan ele almak gerekiyor. HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, devletin güvenlik güçlerinin asayiş için aldığı tedbirleri, "operasyon" olarak takdim etmeye çalışırken, PKK unsurlarının silahlı faaliyetlerini görmezden geliyor veya normal bir şeymiş gibi göstermeye çalışıyor!..

Demirtaş, şu soruların cevabını doğru biçimde vermelidir. Diyadin'de gerçekten bir bahar şenliği varsa, orada silahlı militanların işi ne? İkinci olarak, sayıları 25 civarındaki bu militanlar, niçin güvenlik güçlerine ateş açıyor? Dahası, güvenlik güçleriyle yedi saat çarpışacak kadar cephaneliğe sahip bu teröristler, hangi maksatlarla bu derece hazırlık yapmışlar. Devletin güvenlik güçlerini operasyon yapmakla suçlayan Demirtaş, hukukçu kimliğiyle bunun bir görev ve yükümlülük olduğunu bilmiyor mu?! Sayın Demirtaş'a samimi çağrımız şudur: Meşru siyaset için, gayrimeşru silahı, bir araç olarak kullanmayı artık bıraksınlar... Kürt halkının da, Türk halkının da, topyekûn bütün milletimizin de huzuru, bu temel kritere bağlıdır. Terör örgütü kesin biçimde silahları bırakmadıkça, toplumsal barış ve kaynaşma sağlanamaz. Nokta!
Sonuç: Türkiye'nin artık başının ağrımaması için, siyasetin bütünüyle meşru zeminde yapılması ve gayrimeşru tüm hareketlere kapıların kapatılması şarttır. Haziran seçimleri de, bunun için büyük fırsattır...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.