Terörün ön ve arka yüzü…

A -
A +
 
1960’lı yılların sonundan itibaren, Türkiye’yi yakıcı şekilde etkisi altına alan anarşi ve terörü, uzun müddet yalnızca bir asayiş meselesi gibi algılayıp, bir tek bu yönüyle ele almak çok pahalıya mal oldu!..
 
Sur, Cizre, Silopi ve Nusaybin’de yaklaşık iki aydır devam eden sokağa çıkma yasağı ve burada yürütülen terörle mücadelenin sonuçları yavaş yavaş gün ışığına çıkarken, aslında hepimizi derin düşündürmesi gereken pek çok önemli noktalar dikkat çekiyor… İlk olarak, adı geçen bu yerleşim yerlerinde yüzlerce hendeğin kazılması; barikatların oluşturulması ve sayısız el yapımı patlayıcının da dehşet verici şekilde yaygın ve muhkem olarak kurulabilmiş olması, hadisenin çapı ve boyutları bakımından bir dizi sorunun cevaplandırılmasını gerektiriyor. Hemen herkesin merak ettiği husus şu: Bu kadar hazırlık, yığınak ve eylem zincirinin hayata geçirilmesi, nasıl mümkün olabildi? Burada çözüm sürecinin bölücü örgüt tarafından, daha ilk günden itibaren bir hazırlık ve yığınak dönemi olarak fırsata çevrildiği gayet açık. Ama her şey bu kadar değil tabii. Bu haince tahkimat ve tuzaklamaların, o ilçelerdeki yerel yönetimlerin teknik ve lojistik desteği sonuna kadar kullanılarak gerçekleştirildiği de her yönüyle ortaya çıkmış durumda. Cumhurbaşkanı ve Başbakanın son günlerde bu konulara yaptıkları özel göndermeleri hatırlayalım. Devletin yerel hizmetlerde kullanılması için belediyelere gönderdiği paraların, nerelere ve nasıl harcandığı bu münasebetle bir kere daha çarpıcı şekilde ortaya çıkmış bulunuyor.
Sözüm ona “devrimci halk savaşını” başlatmak üzere, girişilen silahlı kalkışma hareketinde, bölücü örgüt yöre halkından beklediği desteği kesinlikle bulamadı. Bu, memleket adına işin en sevindirici tarafı! Halkın kendisine yönelik her türlü tehdit ve baskıya rağmen, terör örgütü ile arasına mesafe koyması ve devletin yanında yer alması, bu noktada en mühim neticedir. Şayet bölge halkı teröristlerin izole edilmesinde, bu en hassas tavrı ortaya koymasaydı, PKK’nın kent kalkışmasında çok daha büyük problemler yaşanabilirdi… Buraya kadar meselenin içe dönük kısmı. Ama konunun dışa dönük boyutu çok daha nazik, karmaşık ve bir o kadar da vahim! 1960’lı yılların sonlarından itibaren ülkemizi çok derinden etkilemeye başlayan anarşi ve terör hadiselerini, ne yazık ki çok sathi şekilde ele alıp değerlendirdik. Meseleyi genellikle bir asayiş problemi olarak algıladık ve çözümü de ona göre derme-çatma ve geçici nitelikte tedbirlerle sağlayacağımızı zannettik. Oysa meselenin ideolojik-siyasi ve stratejik boyutu, doğrudan devletin bekasını ve milletin hükümranlık alanlarını tehdit eder ölçekte idi…
PKK terör örgütünün kuruluş ve amaçlarını uzun zaman hafife aldıktan sonra, ortaya çıkan ürkütücü sonuçlarla yüz yüze gelince, nihayet bizim ilgili birimlerdeki önemli makam sahipleri, bütün bu olup bitenlerin; yalnızca Abdullah Öcalan’ın başının altından çıkamayacağını, bunun arkasında çok daha güçlü odakların bulunduğunu itiraf etmeye başladı. Bu ülkede yıllarca başbakanlık yapan Bülent Ecevit’in, “Bize Öcalan’ı niye teslim ettiler, hâlâ anlayamadım…” sözlerini hatırlayınız. Şayet devletin en yetkili makamında oturan kimse, ülkeyi on yıllarca kasıp kavuran bölücü terör örgütü hakkında bu kadar bilgi ve fikir sahibi ise, varın gerisini hesaplayınız. Bu hatırlatmayı özelikle şunun için yapma ihtiyacı duydum. Öcalan yakalanıp Türkiye’ye teslim edildiğinde, dış dünyada ne gibi tepkilerin verildiğini gördük. Fakat ona rağmen, daha sonraki dönemde PKK ve onu besleyen kaynaklara dair görüş ve düşüncelerde pek fazla değişiklik hissedilmedi. Hissedilmedi, zira buna dair uygulamalarda bir farklılık görülmedi!.. Lakin terör örgütüne olan dış desteklerde bir azalma hiç olmadı.
Bugün de, PYD’ye verilen Amerikan silahlarının PKK’nın elinde bize karşı kullanılması dâhil bunun pek çok kesin delili mevcut. Kentlerin içine taşınan terörist eylemlerin taktik-planlama ve uygulamasında, örgütün militanlarına her türlü eğitimi veren Rus, İngiliz ve özellikle Alman ajanların hikâyesi, artık yaygın şekilde kamuya mal olmuş durumda. Herhalde devletin elindeki bilgi ve belgeler, bunun çok çok fevkinde ve bir o kadar da ilgili ülkeleri köşeye sıkıştıracak nitelikte olsa gerek!.. Öyle sanıyoruz ki, devletin tepe yönetimi bu yakıcı soruları, son zamanlarda daha net biçimde ve doğrudan muhataplarına yöneltiyorlar. Doğrusu verdikleri cevapları çok merak ediyorum.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.