Vesayeti tarihe gömmek…

A -
A +
Evet, yirmi sene zarfında bu ülkede siyaset hesabına çok şeyler oldu ve ‘demokrasi köprüsünün’ altından epeyce sular aktı… Tam 20 sene evvel bugün, Millî Güvenlik Kurulu; sözüm ona irtica ile mücadele konusunda, demokratik düzenin temeline dinamit koyan 18 maddelik bir karar metnini devşirmişti. ‘Devşirmişti’ ifadesini bilhassa kullandım, zira bu karar metni dönemin iktidarı Refahyol hükûmetinin bütün itirazlarına rağmen resmiyet kazanabilmişti. Bu toplantı tarihi, daha sonra “28 Şubat Süreci” diye ünlenecek ve bu süreçte memleketin siyasi ve sosyal hayatı, kelimenin tam manasıyla altüst olacaktı… 27 Mayıs 1960’tan bu yana her fırsatta siyasete ve siyasi iktidarın işleyişine müdahil olan vesayet kurumları, 1997 Şubatına kadarki 37 yıl içinde, sayısız kere açıktan veya örtülü biçimde ülke idaresine karışmış, kimi zaman tam anlamıyla el koymuş, kimi zaman da kısmen etki altına alıp yönlendirmişti. Fakat 28 Şubat Süreci diye tanımlanan “post modern darbe”, bambaşka bir müdahale biçimi idi. Lokomotif güç yine zinde kuvvetlerdi. Ancak “Bu defa silahsız kuvvetler işi halletsin…” gibi bir strateji geliştirilmişti.
Askerî cenahın koyu gölgesinde, diğer vesayet mekanizmaları tam bir seferberlik hâlinde hamle üstüne hamle yapıyordu!.. Bu hamlelerle temeline dinamit döşenen Refahyol hükûmeti, birinci yıl dönümünde havlu atmak mecburiyetinde kalacaktı. Necmettin Erbakan’ın istifasından bir veya iki hafta evvel, oldu-oluyor gözüyle bakılan bir darbe son anda bir biçimde durdurulmuştu. Dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı daha sonraları, “Nizamiye kapısından döndük…” diye böbürlenecekti. Ne var ki, sadece hükûmetin yıkılmasıyla işler bitmeyecekti. Post modern darbe öncekilerden çok ama çok farklı ve kapsamlıydı. Toplumu bütünüyle dönüştürmek gibi çılgınca bir hedef güdüyordu. Gerekirse milyonlarca kişinin hayatına mal olabilecek bir tabloyu dahi, göze alabileceklerini dillendiriyorlardı!.. O dönemde hukuk kurallarının yerini düpedüz zorbalık almıştı. Yaşı müsait olanlar hatırlayacaktır; Ordu içindeki “laik ve Kemalist” personelin eş ve çocukları, kanunsuz bir şekilde görevlendirilerek, askerî lojmanlarda hangi personelin eşinin başörtülü olduğu veya evlerinde seccade bulunup bulunmadığına dair vahim istihbaratçılık yaptırılıyordu…
O dönemde en büyük tehdit ve tehlike kişilerin kılık kıyafeti, kadınların başörtüsü ve erkeklerin sakalıydı. Bu tehlike bölücü terör örgütünün tehdidinden daha öncelikli idi! Silahlı Kuvvetlerin tepe noktası o kadar gözünü karartmıştı ki, nizamiyeden dönen Karadayı’nın halefi Kıvrıkoğlu da, “28 Şubat gerekirse bin yıl devam eder…” diyebiliyordu. Lakin evdeki hesap çarşıya uymayacak, bin yıl sürmesi istenen süreç çok değil beş yıl sonra, 2002 yılında millî iradenin duvarına çarparak ciddi sarsıntı geçirecekti. Ancak bu sevdadan vazgeçmeye hiç de niyetli görünmeyen vesayetçiler, beş yıl sonra 2007’de yeni bir denemeye girişecekti… Ve bu deneme onlar için kaçınılmaz sonun başlangıcı olacaktı. Evet, 2007’deki “e-muhtıra” vesayet sisteminin temelinden yıkılması için, yeni sürecin bir kilometre taşıydı. Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kilitleyen Anayasa Mahkemesinin 367 kararına zemin hazırlayan bu muhtıra, AK Parti iktidarının güçlü ve kararlı duruşuyla boşa çıkarıldı. Akabinde halkın siyasi iktidara verdiği güçlü destekle, vesayetçi zihniyet için peş peşe mağlubiyetler başladı. 2007 seçimlerinde oylarını 13 puan arttıran AK Parti, Abdullah Gül’ü Cumhurbaşkanı seçtiği gibi, bundan sonraki cumhurbaşkanlarının doğrudan halk tarafından seçilmesini düzenleyen anayasa değişikliğini de hayata geçirdi…
İşte, bugün tartıştığımız hükûmet sistemi değişikliğinin temeli, o günlerde atıldı. 28 Şubat Sürecinde, Belediye Başkanlığı elinden alınarak hapse atılan ve “Bundan sonra muhtar bile olamaz” denilen Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AK Parti, 15 yıllık iktidarı döneminde vesayetçilere karşı en büyük mücadeleyi vererek, demokrasinin yerleşmesinde ve kökleşmesinde çok büyük adımlar attı. İktidarının daha ikinci ayında, 8 Ocak 2003’te ilk muhtırayı yiyen AK Parti, 2008’de kapatılma tehlikesiyle yüz yüze geldi. 2013 yılı Mayıs’ında Gezi kalkışması, 17-25 Aralık’ta yargısal darbe teşebbüsü ve 15 Temmuz 2016’da da, devlet içinde paralel bir yapı oluşturan terör örgütünün (FETÖ), hariçten destekli silahlı ihanet kalkışmasına maruz kaldı. Ancak her seferinde, halkın büyük desteğiyle bu tehlikeleri bertaraf etmesini bildi. 16 Nisan’da halkın sandık başında vereceği karar, vesayetçi zihniyeti bir daha yüzünü göstermeyecek şekilde tarihe gömecektir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.