Avrupa ufukları kara!..

A -
A +
Özgürlük, demokrasi ve insan hakları konusunda kendisini öncü ilan eden Avrupa, I. Dünya Savaşı sonrası içine yuvarlandığı ırkçı ve faşist siyasi cereyanlara, tekrar yakasını kaptırmış gibi...
 
Önceki gün yapılan Hollanda seçimleri, yaşlı kıtada ciddî alarm zilleri çaldırdı… Adı Özgürlük Partisi (PVV) ve fakat temel özellikleri ırkçılık, dışlayıcılık, yabancı ve İslâm düşmanlığı olan siyasi hareketin; takıntılı lideri Geert Wilders’in sandıktan güçlenerek çıkma ihtimaline karşı, Başbakan Rutte ve diğer politik figürlerin âdeta kimyası bozulmuştu. Bu telaş içerisinde, Bay Wilders’i hiç de aratmayacak tutum ve davranışlar içine girmişlerdi. Neyse ki, Rutte’nin Özgürlük ve Demokrasi İçin Halk Partisi (VVD), 41 sandalyeden 33’e düşse de, birinci sırayı muhafaza edebildi. Koalisyon ortağı İşçi Partisi ise hezimete uğrayarak, 38 sandalyeden 29’unu kaybetti. Onun yerine Wilders’in mahut aşırı sağcı partisi (PVV), 20 sandalye ile 2.liğe oturdu. Demokratlar (D66) ve İslâm karşıtı söylemleriyle öne çıkan Hristiyan Demokrat Parti (CDA) 19’ar sandalye ile üçüncülüğü paylaştı. Yeşilci Sol Parti de milletvekili sayısını 4’ten 14’e çıkararak en büyük oy artışını sağladı… Sonuç olarak ırkçı, aşırı sağcı Wilders birinci sırada çıkmadığı için, Hollanda halkı ile birlikte AB’nin “Çelik Çekirdeği” Almanya ve Fransa da rahat bir nefes aldı… Fakat şüphesiz tehlike devam ediyor. Bugün değilse yarın, Hollanda’da siyasi ağırlığı aşırı sağ cereyanlar ele geçirecek…
Aynı aşırı sağ tehlike, daha önce bu köşede ifade ettiğimiz üzere, Fransa ve Almanya için de çok yakın. Avusturya’da 1990’lı yıllarda beliren ırkçı Jörg Heider tehlikesini, 2000 yılında baskıyla bir biçimde bertaraf eden (Baskıyla istifa ettiren), AB’nin patronları Almanya ve Fransa, geçen yıl yapılan seçimde aynı ülkede aşırı sağcı Norbert Hofer’in yüzde 46 oy almasını dehşetle izlemekten başka bir şey yapamadı. Hollanda’da baş gösterecek benzer bir durumu şimdilik atlatmış görünen aynı ikili, kendi ülkelerinde yükselişlerini sürdüren Almanya İçin Alternatif (AfD) ve Ulusal Cephe Partilerini nasıl frenleyebilecek, hiç belli değil… Gerçek şu ki, Avrupa’nın bütününde belirgin şekilde öne çıkan aşırı sağ ve ırkçılık tehlikesi, kırmızı çizgileri çoktan aşmış durumda! Bu gelişmeler kıta genelinde yaşayan 25 milyon Müslümanın yaşantısını da derinden etkileyecek gibi görünüyor. Giderek içe kapanan ve kendinden olmayanları dışlayan, ötekileştiren Avrupa, bu hâliyle bir ‘özgürlükler kıtası’ olmaktan hızla uzaklaşıyor. Avrupa’nın pusulası gerçekten şaşmış durumda. Şu çelişkiye bakar mısınız; Avrupa Adalet Divanı daha yeni bir kararla, iş yerlerinde başörtüsü takmanın yasaklanabileceğine karar verdi. Bu skandal kararı Fransa ve Belçika’dan iki kadının başvurusu üzerine aldı ve şöyle bir hüküm verdi: “İşverenler çalışanların dinî sembol niteliğinde kıyafet giymelerine yasak getirebilir…” Oysa aynı Adalet Divanı geçen yılın temmuz ayında, tam tersine çalışan kadınların başörtüsüz çalışmaya zorlanmasının yasa dışı ve ayrımcı bir davranış olduğunu karar altına almıştı… Kılık kıyafet serbestisinde şimdiye kadar en toleranslı ülke görünümünde olan İngiltere’de de, bugünlerde yukardakine benzer bir yasak getirilmesi için çalışmalar başlatılmış durumda!.. Evet, bu şekilde Avrupa’nın insan hakları konusunda tadı kaçarken, yabancı düşmanlığı da aynı paralelde artıyor. Son bir yılda Avrupa ülkelerinde Müslümanlara yönelik üç bine yakın saldırı meydana geldi. Bu durum tehlikenin hangi boyutlara vardığını apaçık ortaya koyuyor.
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, iki gün önce Federal Almanya Adalet Bakanı Heiko Maas’a gönderdiği mektupta, ırkçı saldırılarla ilgili olarak şu önemli tespitleri vurguladı: “Solingen hadisesinin (Almanya’nın Solingen şehrinde, 29 Mayıs 1993 yılında, Neonazi diye bilinen dört aşırı sağcı Alman’ın; Genç ailesinin evini kundaklaması sebebiyle, aile fertlerinden beş kişi hayatını kaybetmişti…) üzerinden 20 yıldan fazla süre geçmesine rağmen, ülkenizdeki ırkçı saldırılarda bir azalma olmadığı, aksine artış olduğu görülmektedir. Resmî kayıtlara göre 2016 yılında mülteci kamplarına 988 saldırı yapılmış, camilere yönelik 91 saldırı gerçekleşmiştir. Bu durum yabancı düşmanlığı ile mücadelede ülkenizde hukuki ve siyasi enstrümanların yeterince ve etkin bir şekilde kullanılmadığını göstermektedir…” Evet, bütün bu veriler Avrupa’nın ufuklarının iyice karardığını ve gelecekte yabancılar için, AB üyesi ülkelerin daha da yaşanılmaz olacağını açıkça ortaya koyuyor. İşin vahim tarafı, bu tehlikeli gidişi değiştirecek güçlü bir siyasi ve toplumsal iradenin mevcut görünmemesidir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.