Sapkınlık ne zaman “onur” oldu?

A -
A +
 
Diyanet İşleri Başkanı Sayın Ali Erbaş’ın zina ve cinsî sapıklık hakkında, İslami hükümleri açıklamasına karşı, saldırgan bir dille bildiri yayınlayan Ankara Barosu “çevir kazı yanmasın” kabilinden düzeltme yaptı!..
 
Din ne demektir? İslam âlimleri dini şöyle tarif ediyor: Din insanları ebedi saadete götürmek için Allahü teala tarafından gösterilen yol demektir. Peki, bu yolu nasıl göstermiştir? Peygamberler göndermek suretiyle… O peygamberler ‘aleyhimüsselam’ kendilerine vahyedilen ilahi hükümleri insanlara tebliğ ederek, beşeriyete doğru yolu göstermişlerdir. Burada temel nokta, insanların o ilahi hükümlere inanıp inanmamasıdır. İnananlar o hükümlere saygı gösterir ve o hükümler istikametinde de hayatına yön verir. Kısacası din ilahi bir nizamdır. Bütün hükümleri vahye dayalıdır. Yani din, insan düşüncesiyle şekillendirilmiş felsefi bir sistem değildir. Dini felsefi sistem gibi algılayanlar, en başta dalalete düşmüş demektir… Diyanet İşleri Başkanı’nın, cuma hutbesinde dile getirdiği zina ve livata meselesi, insanlık tarihi boyunca bütün dinler tarafından yasak edilmiş, haram sayılmış ve bu sebeple de o fiili ika edenlerin azaba düçar olacağı bildirilmiştir. İslam dininde de, hem âyet-i kerime hem hadis-i şeriflerle, bu mesele çok kati şekilde tebliğ edilmiştir. Bunun lamı cimi yoktur. Sayın Ali Erbaş’ın yaptığı şey de, bu hükümleri tekraren hatırlatmaktan ibarettir. İslam bir bütündür. Yani Müslümanım diyen kişi, dinin bütün ahkâmına inanmak ve saygı duymak mecburiyetindedir. Aksi hâlde İslam dairesinin dışına çıkmış olur. Dinî hüküm olarak inandığı ve saygı duyduğu hâlde, beşeri zaaflar sebebiyle harama tevessül eden kişi dinden çıkmaz, günahkâr olur. Demek ki mümin için meselenin püf noktası, İslam’ın hükümlerine kayıtsız, şartsız inanmak ve saygı duymaktır.
Ne yazık ki, dinî konularda bilgi sahibi olmayan ama din hakkında ahkâm kesmekten de çekinmeyen (cahil cesur olur…) kişiler, işlerine gelmeyen veya kısa akıllarına sığmayan konularda, inanç ve saygı kaidesini unutup kendisini manevi uçurumdan atıveriyor. Burada bir inceliği de hatırlatmak gerekiyor. İslam dininin hükümleri hakkında fikir beyan edenlerin şahsi durumuna yakından bakmak lazım. Öncelikle dine gerçekten inanıyor mu, inanmıyor mu? Saygı duyuyor mu, duymuyor mu? Mesela gayrimüslim bir müsteşrikin (Oryantalist) İslam dini hakkında hüküm vermesi kıymetsizdir. Çünkü inanmadığı bir din hakkında konuşuyor veya yazıyor. Ama Müslümanın sorumluluğu bunlar gibi değil. Onun vazifesi dinini doğru biçimde öğrenip yaşamaktır. Mevzu çok geniş olduğu için, fazla teferruata girmeden yazının konusuna dönelim. Ankara Barosu, ülkede Diyanet İşleri Teşkilatının başında bulunan, resmî olarak en üst seviyede görevli bir din adamının; dinin çok hassas bir hükmüne dair beyanına karşı, dünyevi (seküler) bir yaklaşımla ama saldırgan bir dille tepki gösterdi. Sayın Erbaş’ın konuşmasının, muhtevasında ve maksadında olmayan şeyleri de katarak, çok yanlış, ölçüsüz ve saygısız bir tepki gösterdi. Bu açıklamanın ideolojik dürtüleri yanında, İslam dini hakkında bilgi sahibi olmamanın defoları her noktada kendisini gösteriyor. Öyle ya, İslam tarihinin hangi safhasında, cadı diye insanları yakma olayı söz konusu olmuş?
Ama (Biz salvo yapalım, doğru olup olmaması o kadar önemli değil) gibi, ucuz ve popülist bir tutumla, sözüm ona pozisyon almak kurumları çok müşkül durumda bırakabiliyor!.. Nitekim gelen tepkiler üzerine, Ankara Barosu kendince bir düzeltme yapmaya kalkıştı. Lakin bu da ‘çevir kazı yanmasın’ vaziyetinden öteye gidemedi. Prof. Dr. Ali Erbaş’a, çağlar öncesi zihniyet (siz bunu çağ dışı olarak okuyun!) ithamında bulunan baro yönetimi, geri adım atarken şöyle kıvırmaya çalışıyor: “Çağlar öncesine ait söylemi İslâm temelinde dinî değerleri değil, coğrafyadan ve tüm dinlerden bağımsız olarak dünya tarihinde çağlar boyunca yaşanan trajedilere vücut veren ayrımcı ve ötekileştirici zihniyeti ifade etmektedir…” Oysa aynı açıklamanın daha girişinde de şöyle söyleniyor: Laik devlette yönetim din kurallarına göre değil, toplumun ihtiyaçları doğrultusunda akılcı ve bilimsel verileri esas alan beşerî iradeye dayanır…” Özetle mızrak çuvala sığmıyor!..
Neticeye gelirsek, 1960’lı yılların sonlarına kadar Dünya Sağlık Teşkilatı tarafından resmen bir hastalık olarak kabul edilen cinsî sapıklık, bugünkü yaygın ifadesiyle eş cinsellik, bütün dinler tarafından büyük günah ve çirkin bir hâl olarak kabul edilmiş, şiddetle yasaklanmıştır. Bu sapkınlığın insanlığa getirdiği korkunç hastalıklara, Diyanet İşleri Başkanı olarak Sayın Erbaş dikkat çekmeyecek de ne yapacaktı? Varsın bu sapkınlığı normal bir durum olarak kabul eden zihniyettekiler ne dese desin…
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.