İlk taşı kim atmalı?..

A -
A +

Yohanna ve Barnabas İncillerinde vardır, anekdot: “Zina yapıyor” iddiasıyla bir kadını Hazreti İsa’nın önüne getirirler. “Ceza verse”, kadın “Musa şeriatına göre, taşlanacaktır” ve hep “iyilik düşünen ve öğütleyen” İsa “merhamet” anlayışına ters düşecektir. “Ceza vermese” bu defa “Musa şeriatına ters düştü, günah ve suç işleyene ceza vermedi” diyeceklerdir. Ferisilerin (Ayrılıkçılar) bu tuzağına Hazreti İsa düşmez. “İlk taşı aranızda günahsız olan atsın” diyerek, yere bir daire çizer ve “o daire bir anda aynaya dönüşür”; İsa “İşte günahkârlar aynası, bakın görün siz var mısınız” diye ekler.
Aynaya bakan kaçar, aynaya bakan kaçar; zira aynada kendilerini görürler; sonuçta ortada kadın ile İsa’dan başka kimse kalmaz. Kadın “Beni affet, bir daha günah işlemeyeceğim” der ve İsa da kadını affeder.
Bu anekdotu neden yazdım; Galatasaray Adası konusundaki gelişmelere örnek olabileceği için!..  
Galatasaray Adası ile ilgili çok yazı, hatta dizi bile yazdım, çok bilgi ve belge aldım, çok kişiyle konuştum. Bunların ışığında diyorum ki; “Mehmet Koçarslan’a kiralandığından beri, gelip giden başkanların içinde ‘en az günahı olan’ Başkan, Dursun Özbek’tir ve Koçarslan ile beraber bugüne kadarki yönetimler tarafından, Galatasaraylılar için adeta ‘lanetli’ hâline getirilen bu Ada’yı kucağında bulan Özbek, tam bir ‘Yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal’ durumu ile karşı karşıya kalmış ne yapacağını şaşırmış ve bu şaşkınlık içinde hatalı adımlar atarak, kendisini de o başkanlar zincirine bağlamaya başlamıştır!”
Evet, “Ada konusundaki hataları için Dursun Özbek’e ve yönetimine ilk taşı bu konuda günahı olmayan bir Galatasaraylı atsın” dendiğinde, inanıyorum ki, bugüne kadar gelmiş yönetimlerde, Denetleme ve Disiplin Kurullarında, Divan Kurullarında, Genel Kurullarda başkanlık ve yöneticilik dahil görev alanların “ilk taşı atma’ hakları olmayacaktır, zira bu günaha ortaktırlar. Sadece paylar değişiktir!..
Koçarslan ile sözleşmeleri yapanlar, uzatanlar, ona “Adayı büyütme yetkisi ve izni verenler”, bunları yapan başkanlara ve yöneticilere “o yetkileri verenler”, bu yetkilerin “kötüye kullanılmaya başlandığı” ortada iken “susup oturan” denetim, disiplin, divan, genel kurulların üyeleri ve bunlara “katılan” ve de “katılmayarak”, adeta “Bana ne yahu, neden bunlara bulaşayım” diyenler, “Derin Galatasaray’dan ve onun liderinden korkanlar” ve daha niceleri, elbette “o taşı atamazlar” ve atma hakları yoktur!..
İçlerinden sadece birkaçı ve belki de bir tanesi olan Adnan Öztürk hariç, hiç biri, bugüne kadar “Ada meselesinde gerçekleri, evet bütün gerçekleri” cesaretle ve saklamadan ifade edememiştir, “günahlıların!..”
Elbette yazmam gereken bir gerçek daha var; bütün Galatasaraylıların son dönemde bu konudaki hassas ve cesur gayret ve çabaları için Divan Kurulu üyesi avukat Tayfun Akçay’la, gazeteci/ yazar Hıncal Uluç’a teşekkür etmeleri gerek. Yoksa, “acı tablo”, göreve geldiğinden beri, “Şeffafız” diyen ama “bu sözünün gereklerini yerine getirmeyerek” kendisini “korunmayı hak etmemiş bazılarını korumak amacıyla göz göre göre hata ve yanlış kuyusuna atan” Dursun Özbek yüzünden ortaya çıkmayacak ve kim bilir daha ne kadar “durumu tam öğrenememiş” ya da “saklayan” yetkili ve ilgili (İsimleri sosyal medyada dolaşıp duruyor) kişilerin “soran Galatasaraylılara doru dürüst cevaplar veremeyeceklerini gösterdikleri” bir süreç içinde uyutulup gidecekti!..
Basındaki duruma gelince, bugün de, sevgili kardeşim Hıncal Uluç’la beraber “bu konuyu, “dizi” halinde yıllardır yazıp gelen sadece bizleriz; bilmem başka arkadaşımız var mı, “yılda bir-iki defa” bir şeyler yazan varsa, onlara bile teşekkür etmek gerek.
Bakınız Galatasaraylılar, yıllardır bir gazeteci olarak ta Urlalara kadar uzanan “Reina, Suada ve Havuzbaşı ikram iddialarını” dinlemekten bıktım, usandım. Artık “Galatasaray’ı bu yakışıksız iddialardan ve gelişmelerden kurtaracak” adımları atın ve bu “kirli süreci” sona erdirin. Aklı başında ve Galatasaray’ı sevenlerin yapacağı “ilk şey” evet,” ilk şey”, sosyal medyada olayı örtbas etmek için uğraşmak, bu gerçekleri yazanları ve söyleyenleri hedef göstermek değil, bu “ayıplı süreci bitirmek için” cesaretle sorumluluk yüklenmektir; görev başına!..

Büyük başarı ama…

Bu satırları, Daruşşafaka-Kızılyıldız maçına 12 saat kala yazıyorum. Daruşşafaka, Sırp ekibini yenerse, (ki, siz bu satırları okurken, inşallah yenmiş olacak) spor tarihimizde ilk defa 3 Türk Takımı, “bir şampiyonanın final serisinin ilk basamağında (play-off) beraberce oynama hakkı kazanmış” olacak; Fenerbahçe, Anadolu Efes, Darüşşafaka!..
Elbette sporumuz adına büyük başarı; ama “basketbolumuz için” değil. Zira Türk basketbolu “bugüne kadar böyle bir başarı çizgisini” çoktan yakalamalıydı. Verilen emekler, harcanan paralar, salonlar, koçlar, oyuncular ve elbette taraftarlar; kısacası “yok” yoktu, ama “türlü, çeşitli” sebeplerle, Türkiye, “basketbola verdiğinin karşılığını” uluslararası potalarda bugüne kadar alamadı.
Temenni ediyorum ki, bu defa alsın. Gerçi, “Darüşşafaka kazanmış ve play-off’a üç takımımız kalmış olsa” dahi, gene de “üç takımımız da ev sahibi avantajından mahrum olarak mücadele edecek”, bu turda; “nihai başarı” zor görünüyor, ama imkânsız değil. Yaşayalım ve görelim!..

Ataman ve Fenerbahçe!..

“Bir bizim, bir de Fenerbahçe’nin, Anadolu Efes’in, Darüşşafaka’nın bütçelerine bakın” anlamına gelen sözler söylüyordu, Galatasaray’ın koçu Ergin Ataman, yapılan eleştirilere karşı. 
Elbette bu sözlerde “hakikat payı” vardı ama her şeyin “sadece para olmadığı” da ortada idi. Evet, ortada idi ve “Euroleague’in play-off listesi” de bu gerçeği ortaya koyuyordu.
Real Madrid ve CSKA Moskova gibi “paralı” devlerin hemen ardından, “şaşaalı günleri ülkelerindeki büyük ekonomik krizden sonra geride bırakan ve mütevazı bütçelere dönen” iki Yunanistan takımı, Olimpiakos ile Panatinaikos ilk dördü tamamlayarak “play-off’ta ev sahibi avantajını” yakalamışlardı. Hem de, Türkiye’de dillere destan ettiğimiz ve de bunda “büyük rakibine durmadan yenilerek Ergin Ataman’ın da bolca katkıda bulunduğu” Obradovic’in Fenerbahçe’sinin önünde!..
Sadece birini değil, ikisini de “kadro olarak” ve de “asıl” ve önemlisi “hoca olarak” Fenerbahçe’nin gerisinde gördüğümüz Yunan ekiplerinin bu başarısının sırrı ne ola ki; “para mı”, yoksa, “yöneticisiyle, koçuyla, oyuncusuyla, taraftarıyla beraber” ortaya konan “ortak akıl” mı?..
Obradovic’in takımının “hayati” maçlarda “başarı” istikrarını sağlayamamasında, “zaman zaman saha kenarında pancar gibi bir yüzle olmadık bir vücut dili gösterisine çıkarak”, bu tekrarlanan gösterinin sarı-lacivertli oyuncular üzerinde yapacağı olumsuz baskıyı görememesi rol oynamış ve de 30 maçlık Euroleague serisini 12 mağlubiyetle bitirmesinin yolunu açmış olamaz mı?.. 
Ey Ergin Ataman, “Fenerbahçe “ bütün bunları “Damadım sana söylüyorum, oğlum sen anla” anlamına yazıp geldim. Üstelik o oğlum ki, “kolay maçları bile kazanma istikrarı yakalayamadı” bu sezonun bugününe kadar!..
Salon dışında transfer stratejinden, nokta oyuncu alış taktiklerine kadar tam bir fiyasko tablosu ortaya koydun, hem de inatla ve ısrarla. Saha içinde de “bu hatalı transfer politikasının ne olduğu ortaya çıktı”; takımın “basketbol” yerine “sallabol” oynayıp durdu. 
Bugünlere, rakip takımların uzunları, takımının potasında ve çemberinde adeta voleybol oynayıp, hatta 3-4 zıplatmadan sonra topu fileden geçirirlerken, senin sallabolcularının “isabet yüzdesini 45’in üstünde tutturamadıkları” maçları, potadan dönen toplarınızı da armut gibi topladıkları için, “istikrarlı bir şekilde” kaybederek geldin. 
Ve de hâlâ “para da, para” demeye getiriyorsun; kuzum sen hiç basketbol aynasına bakmıyor musun?..

Şaka!..
Galatasaraylılar “şaka ile karışık” diyorlar ki; “Dursun, dursun ama, bir şartla; şeffaflığı durdurmasın!..”

 

 

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.