Gözüm gibi bakacağım

A -
A +

Yeni bir mecraya başlamak zor. İlk hafta yazısından daha zor bir şey varsa o da herhâlde ikinci yazı olsa gerek. Ama benim durumum sadece yeni bir mecraya başlamak gibi değil. Daha çok çok eski, köklü bir sülaleye damat olmaya benziyor. Neden mi? Anlatayım. İlk yazımda cep telefon numaramı paylaşmıştım. Yazılarım pazar günü olduğu için pazar günü sanıyorum 50’den fazla kez telefonum çaldı. En kısası beş dakika süren, kimiyle yarım saati bulan telefonlar. Pazar günümü tümüyle Türkiye gazetesinin okurlarına ayırmış oldum.

Medyadan bir arkadaşımız numaramı paylaşmama şaşırmış ve Tweet atmış. “Bu yöntemi kullanman ilginç geldi, ben böyle bir şey yapmazdım” diye. Tam tersi, ben iyi ki yazmışım dedim geçen pazar gününün üzerine.

30 yıldır, 40 yıldır bu gazetenin abonesi olan insanlardı arayanlar. Düşünün, 40 yıl bir gazeteyi takip etmek, nasıl bir bağlılık, nasıl bir sahiplenme duygusu. İnsanın insana birkaç yıl tahammül edemediği, büyük aşklarla başlayan evliliklerin üç-beş yıl sürdüğü günümüz dünyasından bakınca daha da zorlaşıyor bu 40 yılı anlamak.

Arayanlardan biri mesela, Uşaklı 1938 doğumlu Mustafa Yeldanlı idi. Tarhanayı dünyaya tanıtmaya ömrünü adamış muhteşem bir şahsiyet. Uşak’a yolum düşerse ilk kapısını çalacağım insan oldu Mustafa Amca. Tarhana Baba markasıyla iddiası, dünyanın en çok satılan içeceğinden daha büyük bir marka hâline getirmek tarhanayı. Konuştuğumuz andan beridir canım tarhana çekmiyor desem yalan olur.

Merak edebilirsiniz “Numaranı paylaştın da hiçbir sıkıntı yaşamadın mı?” diye. Hiç. Dostlar ben üç nesildir esnaf olan bir ailenin üçüncü nesil esnaf torunuyum. 3 yaşından beri önce tezgâhın üstünde, sonra altında, sonra da başındayım. Kendi şirketimin web sitesinin ana sayfasında da benim cep telefon numaram yazıyor. Kısacası esnafım. Ha, bakmayın bizim ülkede insanların, iş adamlarının, yöneticilerin, yazarların ulaşılmazlığı sevmesine. Dünyada en büyük şirketlerin sahiplerine Tweet atıyorsunuz, cevap veriyorlar. Mail gönderiyorsunuz, cevaplıyorlar. Geçti o eski ulaşılmaz, gizemli dönemler. Siyasetçi de, iş insanı da, yazar da, ünlü de ulaşılabilir olmak zorunda.

Gelelim bu kalabalık aileye damat olma hikâyesine. Arayan büyüklerim, ağabeylerim tebrik ederken, takdirlerini sunarken bir yandan da beni tartıyorlardı, hissediyordum. “Kimsin, necisin, daha önce neler yaptın, bakalım neler yazacaksın” gibi merak içeren bir atmosfer hâkimdi görüşmelerde. “Kızımıza layık olabilecek misin? Ona iyi bakabilecek misin?” kaygısından başka bir şeye benzetilemezdi doğrusu. Buradan da toplu cevap vermiş olayım, “Değerli okuyucular, gözünüz gibi baktığınız, sevgiyle okuduğunuz bu gazetenin bana ayrılan köşesine ben de gözüm gibi bakacağım.”

 

 

Coin’ler neden düşüşte? Paralar neden pul oldu?

 

Geçen haftaki yazımda “Belli bir miktarda param var, hangi işe yatırıp katlayabilirim?” sorusunu ve birikimini kazanca çevirmek gibi insani bir isteği kötüye kullanan ve suistimal edenleri yazmıştım.

Geçtiğimiz hafta Cağaloğlu Anadolu Lisesinin parlak gençlerinin okulun bahçesinde, açık havada âdeta festival gibi düzenlediği konferansta konuşmacıydım.

 

Gençlere şunu sordum: “Bir derdi, sıkıntısı olan var mı? Gelip anlatsın bize” Dört gencimiz geldi yanıma ve dertlerini paylaştı. Her yaştan, her sosyolojiden gencin derdini dinlemeyi seven biri olarak açıkçası beni şaşırtacak bir dert pek gelmezdi, yine gelmeyeceğini düşünürken dört gençten üçü “Coin’lerim aşırı değer kaybetti, battım, bitti, bütün harçlığımı yatırmıştım” deyiverdi.

Anlaşılan mesele çok daha büyük görünenden. Sadece liseli gençler değil, özellikle çalışan kesim, hatta koca koca şirketlerin patronları, var olan sermayesini katlamak için müthiş bir fırsat olarak gördü bu kripto paraları. Enflasyondaki artış, paramızın ve kazancımızın değerinin azalması, iğneden ipliğe aldığımız her şeyin fiyatının yükselmesi, insanlarda “bir şeyler yapmalıyım, paramı bir şekilde katlamalıyım” düşüncesi uyandırdı. Bu insanlara kızmamak gerekir, elbette ki herkes geleceğini garantilemek, daha rahat bir hayat sürmek ister. Ama var olan yatırımı riske atmanın en büyük zararı yine bu insanlarımıza olacaktır.

Tek ricam var, sanal artışlarla artan, sanal azalışlarla düşer, bireysel yatırımcının hareketlerini sürekli medya ve sosyal medya aracılığıyla, kulaktan kulağa pazarlama yöntemleriyle manipüle eden dev balinaların oyunlarına gelmeyin.

Ve unutmayın, peynir büyük, ortalarda kimse yok ve mesafede çok kısa ise fareyi duvarın arkasından izleyen bir kedi mutlaka vardır. Kolay para diye bir şey vardır ama kolay helal para yoktur.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.