“Yükseköğretime Bakış 2017: İzleme ve Değerlendirme Raporu”

A -
A +

Türkiye’de yükseköğretim son on yılda oldukça büyük bir genişleme yaşamıştır. Çok sayıda yeni yükseköğretim kurumu sisteme dâhil olmuş ve mevcut yükseköğretim kurumlarının kapasitelerinde önemli artışlar sağlanmıştır. Böylece yükseköğretime erişim imkânları artmıştır. Yükseköğretim okullaşma oranları da her geçen yıl artmaya devam etmektedir. 2016-2017 akademik yılı itibari ile Türkiye’de yükseköğretim öğrenci sayısı 7 milyonun üzerine çıkmıştır. Böylece, Türkiye yükseköğretim sistemi artık, Çin, Hindistan, Amerika, Brezilya ve Rusya’dan sonra dünyanın altıncı büyük; Avrupa’nın ise en büyük sistemi haline gelmiştir.

Artık son derece devasa bir yapıya sahip olan yükseköğretim sistemimizi yönetebilmek, yönlendirebilmek çok daha meydan okuyucu bir hâl almıştır. Yükseköğretim sistemimizin verimliliğini artırabilmek, toplumsal taleplere cevap verebilirliğini yükseltebilmek, ülkemizin gelişmesinde itici güç konumunu pekiştirebilmek için sistemin verilerinin izlenmesine, serinkanlı politikaların hızla geliştirilip uygulanmasına her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır. Bu amaçla gündemi yükseköğretim olan yayınların artması, yükseköğretimle ilgili sağlıklı tartışmaların yapılabileceği platformların artması gerekmektedir. Ülkemizde yükseköğretim üzerine yapılan değerlendirmeler maalesef daha çok ideolojik veya duygusal zeminde yapılmaktadır. Bu da bizi sağlıklı çözümlere değil, yanlış değerlendirmelere yönlendirmektedir.

Yükseköğretimle ilgili sağlıklı değerlendirmeler ve projeksiyonlar yapabilmek için öncelikle sağlıklı verilere ihtiyaç vardır. Özellikle OECD ve UNESCO gibi yükseköğretimle ilgili verilerin referans kaynağı olarak kullanılan uluslararası kuruluşların kullandığı göstergelerle ilgili verilere sahip olmamız, ülke önceliklerini göz önüne alarak uluslararası karşılaştırmalar yapabilmemiz ve kendi millî yükseköğretim politikalarımızı geliştirebilmemiz gerekmektedir. Bu çerçeveden değerlendirildiğinde, Eğitim-Bir-Sen’in Haziran ayında yayımladığı Yükseköğretime Bakış 2017: İzleme ve Değerlendirme Raporu, karşımıza çıkmaktadır. Bekir S. Gür, Zafer Çelik, Türker Kurt ve Serkan Yurdakul tarafından hazırlanan rapor, OECD’nin her yıl yayınladığı Education at a Glance (Bir Bakışta Eğitim)  raporu standardında hazırlanmıştır.

Rapor, yedi bölümden oluşmaktadır: Yükseköğretime Geçiş, Yükseköğretime Erişim ve Katılım, Eğitimin Çıktıları, Öğretim Elemanları, Eğitim Ortamları, Yükseköğretimin Finansmanı ve Akademik İnsan Kaynağının ve Üniversitelerin Performansı. Zikredilen bölüm başlıklarıyla ilgili göstergeler, şekiller ve tablolarla desteklenmiş ve genel değerlendirmeler yapılmıştır. Her bir bölümün sonundaki “Odaktakiler” kısmında göstergelerde öne çıkan hususlar tartışılmakta; “Öneriler” kısmında ise bölümle ilgili politika geliştirilmesine yönelik öneriler sıralanmaktadır.

Raporda yükseköğretime talebin giderek artmaya devam edeceği, dolayısıyla yükseköğretime geçiş sistemi üzerindeki baskının da önümüzdeki yıllarda da devam edeceği ısrarla vurgulanmaktadır. Yükseköğretimde okuyan öğrenci sayısının 2016 yılında 1983 yılındakine göre 20 kat artarak 7 milyon 200 bin olduğunu ve böylece Türkiye’nin yükseköğretim brüt okullaşma oranlarının arttığını, hatta İngiltere, Rusya ve Fransa gibi ülkelerin önüne geçtiğini raporda görebilmekteyiz. Ancak, söz konusu büyümedeki en önemli açmazın, yükseköğretimdeki öğrencilerin yaklaşık yarısının açıköğretim programlarına kayıtlı olması olduğu da not edilmiş. Yani, çok sayıda yeni üniversite açılmasına rağmen açıköğretim beklenilenin tersine küçülmemiş, daha da büyümüştür. Bütün bu veriler, yaygın ve temelsiz bir şekilde iddia edilenin aksine Türkiye’deki üniversite sayısının hâlâ yetersiz olduğuna işaret etmektedir. Zaten raporda da işaret edildiği üzere, Webometric verilerine göre, 1 milyon kişi başına düşen üniversite sayısı Türkiye’de 2,1 iken; ABD, Rusya, Danimarka; Malezya, Polonya, İsviçre ve Norveç’te bu sayı 10’un üzerindedir. Yükseköğretimin sağlıklı bir şekilde büyümesi için üniversite sayısının ve yüz yüze öğretim kapasitesinin artırılması gerekliliği ortaya çıkmaktadır.

Diğer taraftan raporda ayrıntılı bir şekilde ele alındığı üzere Türkiye’de yükseköğretimde okuyan öğrenci sayısında olduğu gibi, mezun sayısında da son yıllarda önemli artışlar sağlanmıştır. Örneğin 2002 yılında yükseköğretim mezun sayısı yıllık 300 binken 2015-2016 akademik yılı sonunda 800 bine çıkmıştır. Benzer şekilde lisansüstü programlardaki öğrenci sayıları artmış, ancak doktora düzeyinde istenilen seviyelere ulaşılamamıştır. Raporda verildiği üzere, doktora mezun sayısı yıllık 6 binler bandına ulaşmasına rağmen uluslararası örnekler (örneğin ABD 67 bin; Almanya 28 bin; Birleşik Krallık 25 bin; Japonya 16 bin doktora mezunu) ve Türkiye’nin öğretim üyesi ihtiyacı göz önüne alındığında Türkiye’nin çok ciddi bir doktora mezunu açığı olduğu görülmektedir. Yükseköğretim sistemine yeterli sayıda doktora mezunu arz edilmediğinde büyüme ile birlikte öğretim elemanı başına düşen öğrenci sayısı sürekli artmakta, bu da hem eğitim kalitesini olumsuz etkilemekte hem de araştırma kapasitesini düşürmektedir.

Rapordaki çarpıcı bulgulardan birisi de akademik insan kaynağının performansı ile ilgilidir. Yıllar itibariyle Türkiye kaynaklı bilimsel yayın sayısı artmasına rağmen atıf sayılarının aynı oranda artmadığı görülmektedir. Diğer taraftan, Türkiye’nin toplam yayın sayısı açısından önemli bir gelişme gösterdiği ancak dünya sıralamasındaki yerinin son yıllarda 18-20. sıralarda kaldığına dikkat çekilmektedir. Türkiye nasıl bir orta gelir tuzağında takılıp kaldıysa, nitelikli yayın sayısını artırma ve atıf alma ile ilgili bir tuzakta takılıp kalmış görünmekte ve ilerleyememektedir.

Yukarıda kabaca değinilen konuların her bir üzerinde uzun tartışmaları hak etmektedir. Çünkü yükseköğretim sadece üniversitelerin kendi kaderleri ile ilgili değildir, aynı zamanda ülkenin ve toplumun kaderi ile ilgilidir. Bu açıdan bakıldığında Yükseköğretime Bakış 2017: İzleme ve Değerlendirme Raporu, yükseköğretim sistemimizi bir bütün olarak ele alan, her bir göstergenin yıllar içerisindeki performansını gösteren ve uluslararası örnekleri ile karşılaştırılabilir bir çerçeve sunan ilk sivil rapor olma özelliği taşımaktadır. Bu nedenle son derece önemli olup önümüzdeki günlerde yükseköğretimin farklı paydaşları tarafından sıklıkla tartışılacaktır. Diğer taraftan yükseköğretim meselelerine bakışta veri temelli ortak bir dil oluşmasına da çok önemli katkıda bulunacaktır.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.