Nar gibi kızarmış et, iştah kabartıyordu...

A -
A +

Mermer çeşmenin arkasında, iki taş arasına uzattıkları geyik etini, pişirme telaşı vardı...

 
Tüccar, hülasasını yaptı nutkunun:
-Unutmayın her biriniz yüz bin insan demeksiniz. Altı yüz bin kişilik orduların yapmadığını bu altı seçilmiş kafa yapacak.
-İşaretimiz altı… Altı köşe… Altı kişi… Altı adım…
-Altı… Altı, altı…
Hepsi de zihinlerine kazırcasına tekrarladı. Altı, altı, altı…
           ***
Zayıf dilenci rolünü oynayacak Niko, kendilerinden başka iki kişinin de olduğunu bilmiyordu. İlk defa duyduğu üst ve yandaşlarını o kadar da önemsemedi. Vazife verenlerin bir bildiği vardı elbette. O işini yapacak, gerisine karışmayacaktı. Alacağı belli, vereceği ise daha netti. Daha ilerisini de sormadı. Sustu. İki tüccar da onun bu bilmişliğine, sakince tutum ve davranışına hayran kalmıştı. Tüccarlardan Dırar, fazla dayanamadı. Kalktı bu vefakâr arkadaşının saçlarını okşadı, alnından öptü. Dört kafadar, göz ucuyla gelenlerin olup olmadığını kontrol ederek vereceklerini verdi, diyeceklerini deyip, yeni görev ve sorumluluklarını teyit ederek vedalaştılar.
Bu arada iki Bursalı yanlarından geçerken onların duyacağı şekilde konuştu tüccarlardan biri, diğerine;
- Seyyid Molla İbrahim Hazretleri Yukarı Mahalle’ye yerleşmiş.
Bursalılar sesin geldiği tarafa bakıp yollarına devam ettiler. Planlarının bir tatbikatıydı bu. Muvaffak da oldular zahmetsizce. İşte hep böyle olacak ve fırsatları değerlendireceklerdi...
        ***
Ilık bir ilkbahar sabahı güneşiyle derin uykularından uyanmış envaiçeşit kuşlar, çılgın ötüşleriyle her tarafı çınlatıyordu. Oradan oraya uçuşan rengârenk kelebekler, petekten, kovandan vızıldayarak çıkan arılar, çiçekten çiçeğe koşturuyordu. Şen şakrak cıvıltıların, rüzgârın uğultusuna karıştığı çam ve meşe karışımı ormanın, bir tarla büyüklüğündeki boş çimenleri üzerinde yaptıranı belli olmayan mermer sebil, bulutsuz berrak havada göz kamaştıracak kadar parıldıyordu.
Gelincik, kuzukulağı, tere, çiğdem ve sarı mayıs çiçeklerinin bürüdüğü çeşmenin akarı, yer yer göletler oluşturarak uçsuz bucaksız yeşil deryasında eriyerek kayboluyordu.
Boğa Hasan, Çekirge Ali, Atmaca Nuri, Murat, Orhan ve Doğan Beyin arkadaşlığı, bu dağların ve ormanın saf rüzgârları kadar coşkulu, bir o kadar kuvvetli ve engindi. Ava, güreşe, cirit oynamaya, sefere ve akla gelebilecek her işe beraber gider, birlikte hareket ederlerdi.
Bugün nasıl olmuşsa birbirinin zıddı dış görünüşe sahip iki kafadar, Boğa Hasan ile Çekirge Ali, diğer arkadaşlarından habersiz ava çıkmıştı. Şansları yaver gitmiş. Bir geyik yakalamışlar. Neşe içinde, baharın bu güllük güneşlik gününün tadını çıkarıyorlardı.
Mermer çeşmenin arkasında, iki taş arasına uzattıkları geyik etini, pişirme ve yemenin telaşı vardı. Kızgın meşe küllerinde nar gibi kızarmış et, görenin iştahını kabartıyordu... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.