Bu evde her şey hoşgörü ve sevgi üzerine kurulmuştu...

A -
A +
Matlube Hanım, pek genç yaşta Süleyman Çelebi’yle evlenmiş, mümtaz bir hanımcağızdı. 
 
 
Yaşına, kimliği ve şahsiyetine zıt olsa da, avazı çıktığı kadar hakikatleri Hurufi’nin suratına karşı haykırmak, bir kaplan gibi üzerine atılmak, üstünü başını yırtmak, kalkıp bütün yandaşlarını, yoldaşlarını bir bir bulup huzura çıkartıp; “İşte suçlular! Efendim!” demek istiyordu. Fakat ağır bir yük varmış, eli kolu bağlıymış gibi bir şey yapamıyor, dişlerini sıkıyor, zangır zangır titriyor, inim inim inliyordu. Derinden gelen acayip, ne olduğu anlaşılmayan sesleri Matlube Hanım, taa mutfaktan işitti, koştu.
- Efendim, ne oldu sana yine? deyip, yorganı kaldırdı.
Süleyman Çelebi, titriyordu. Üzerinin örtülmesini istedi. Çaresizlik içinde kalan Matlube Hanım ne yapacağını düşünürken dış kapı tıkladı. Yorganı yavaşça olduğu gibi bıraktı. Başına bir namaz örtüsü alarak hızla merdivenleri indi. Kapı aralığından Emir Sultan ve birkaç saraylı arkadaşını görünce kapıyı açtı. Edeple geçmelerini bekledi.
Sık sık geldikleri hane olduğu için hiçbir yabancılık çekmeden içeri girdi, sedirlerden birinin üzerine oturdular…
Matlube Hanım, pek genç yaşta Süleyman Çelebi’yle evlenmiş, mümtaz bir hanımcağızdı. Gözünü, gönlünü açtığı bu evde her şey sevgi, hoşgörü ve dayanışma üzerine kurulmuştu. Kötülere, bütün kötülüklere yabancı, şiir, edebiyat, ilim, irfandan başka bir şey bilmeyen bu nazik insanlar, alışık olmadıkları bir durumla karşılaşınca, Emir Sultan hazretleri bir vesileyle imdatlarına yetişir, o meseleyi kolayca bertaraf ederlerdi. İşte yine öyle ne yapacaklarını bilemedikleri bu günde de kapıyı çalan o mübarek insan olmuştu. “Yâ Rabbi, sevdiklerini başımızdan eksik eyleme. Sevginle, sevdiklerinin sevgisiyle ve sevgine ve sevdiklerinin sevgisine kavuşturacak amellerin sevgisiyle bizleri dopdolu eyle. Ey merhametliler merhametlisi…” diye öyle içten bir dua etti ki, gözleri yaşardı. Başlıca merakı temizlik, biricik hayat arkadaşına, evlerinin medar-ı iftiharı Doğan’ına hizmet etmek ve namusluca, edebinde, adabında yaşamaktı.
Çelebisine, Emir Sultan hazretlerinin geldiğini söyleyince, o titreyen adam gitmiş, yerine genç, dinamik biri gelmişti sanki. Alelacele yattığı yerden fırladı. Cübbesini sırtına geçirdi. Kavuğunu itinayla başına yerleştirdi. Cebinden çıkardığı fildişinden yapılma bir tarakla saçını, sakalını taradı. Kendine çekidüzen verdi. Doğruca misafirlerin bulunduğu odaya geçti. Matlube Hanım, gece yarısından beri ilk defa rahat bir nefes almıştı. Derinden bir “oh” çekti. “Sen her şeye kadirsin yüce Rabbim” diye seviniyordu yürekten.
Emir Sultan, sarsılmaz bir kaya gibi dik duruyor. Metanetini bozmuyordu. Süleyman Çelebi’nin yerine oturmasından sonra tarihten çeşitli hadiseleri örnek göstererek insanoğlunun zavallılığını, nankörlüğünü, zulmünü ve sonra da içine düştüğü korkunç akıbetlerini anlattı:
“Şunu çok iyi bilmek lazım; ‘Doğru itikad’ Allahü teâlânın beğendiği, razı olduğu paha biçilmez bir cevherdir. Cenâb-ı Mevlâ, bu kıymetli mücevheri sevmediği, beğenmediği, razı olmadığı hiçbir kuluna nasip etmez. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.