"Kız Gülşah! Maria isminde bir kuma geliyormuş sana!"

A -
A +
"Hay Allah iyiliğini versin Dilara. Maria Hasan Bey kardeşimizle nikâhlanmış!"
 
 
Doğan Bey’in dehası, Emîr Hazretlerinin himmet ve duası bereketi, Yıldırım Han’ın tam destek ve gayreti kansız bir zafer kazandırmıştı devlete. Bu hadise şimdi konuşulduğu gibi, tarih boyunca da çok konuşulacağa benziyordu. Bu mühim muvaffakiyetin altında yatan gözyaşlarını, geceleri sabahlara kadar kavrulan yürekleri ise kimsecikler kolay kolay öğrenemeyecekti. Buna zaten gerek de yoktu. Bir şey Allahü teâlânın rızası için yapılmışsa, başkalarının bilip, bilmemesinin, beğenip, beğenmemesinin ne ehemmiyeti olurdu ki?
Cuma namaz vakti henüz gelmemişti. Fakat her taraf çoktan lebalep dolmuştu bile. Câminin içi, pencereler, bahçeler, cadde ve sokaklarda adım atılacak yer yoktu. Kadınlar, çocuklar ise evlerin damlarına, pencerelerin cumbalarına, bahçe duvarlarına çıkmışlar, padişah efendilerini, Bursa’ya girmek üzere olan akıncıları ve getirdiklerini görmek istiyorlardı.
Süleyman Çelebi’nin ilk defa okuyacağı Mevlid-i şerif denilen şiir gibi manzum cevabı duymak için ise ayrı bir telaş, ayrı bir gayret, fevkalâde bir heyecan vardı.
Bursa, ne zamandan beri ilk defa topyekûn ayağa kalkmış, rengârenk insan ormanı gibiydi âdeta.
Çoğu yapraklarını dökmüş çınarların alaca gölgeleri altında önde Doğan Bey, ardı sıra akıncılar ve diğer zevat atları üzerinde geliyorlardı.
Davulların gümbürtüsüne tiz kös sesleri, mehteranın nağmelerine tulumların ahengi, zil ve tef tempoları, çocukların şen şakrak bağrışmalarına at kişnemeleri karışıyor… son güz güneşinin tadını çıkarırcasına sayısız, serçe ve envaiçeşit kuşlar, çılgın naralarla havayı çın çın çınlatıyordu.
Dalları yerlere kadar bükülmüş altın sarısı ayva ağaçlarının arkasında iki katlı beyaz köşkün önünde farklı bir heyecan, değişik bir telaş yükseliyordu. Gülşah’ın Bey kızı arkadaşları, ak tülbentten yerlere kadar uzanan başörtüleriyle kuğu misali kervanın geçeceği yola bakıyor. İtişip, kakışıp, sevinçle gülüşüyorlardı.
Konağın kapısı açıldı. İpek tülden elbiseler içinde kelebek gibi uçarcasına bir dilber çıktı. Bu Gülşah’tan başkası değildi. İşlemeli tülbent başörtüsünü omuzlarından, etrafı altın dizili gümüş serpuşunun üzerine aldı. Bulutların üzerinden kayar gibi süzülerek arkadaşlarının yanına geldi. Döndü. Bir daha, bir daha döndü. Kızları sevgiyle kucakladı. Muziplik olsun diye Dilara;
- Geçmiş olsun Gülşah.
- Gözün aydın veya gözümüz aydın olsun diyecektin herhâlde.
- Bilerek dedim Gülşah’ım!
- !!!
- Maria isminde kuma geliyormuş!
Gülşah, bir kahkaha patlattı bu beklemediği şaka karşısında.
-Hay Allah iyiliğini versin Dilara. Maria’yı Doğan Beyimiz, ta orada Hasan Bey kardeşimize nikâhlamış. Bilmediğimi mi sanıyorsun?
- Ya Sarı kız?
- Ha onu da Atmaca Nuri Bey’e nikâhlamışlar. Gelen kervanda o yok. Bilahare almaya gideceklermiş.
- Kız Gülşah seninle de baş edilmez. En iyisi susmak!..
- !!!
Bahçenin duvarına tutundu. Kız arkadaşları, komşu bey ve paşa hanımları ümit tufanı gibi her tarafı şenlendiriyordu. Mahalle çocuklarının;
- Geliyorlar! Geliyorlar! Çığlıkları, tatlı bir ilahi gibi yankılanıyordu kulağında. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.