Gülşah'ın güzelliğine, zarafetine ve görgüsüne hayran kalmıştı...

A -
A +
Maria’nın etrafına toplanmışlar merakla, sevgiyle hizmet ediyor, anlattıklarını dinliyorlardı.
 
 
İnsanlar, yaşananları kendi aralarında değerlendiriyordu:
- Kimsesiz, garipler böyle ellerine, ocaklarına düşecekler, öyle imdatsız, yalnız, aç ve susuz köpekler gibi paramparça ederlerdi.
- Alçaklar! Hainler Yıldırım Han’ın gazabına daha uğramazlarsa, dünyada Müslüman bırakmazlar!
- En büyük hain kim?
- Kim olacak? Millete din, iman diye zevk-ü sefa öğreten, hınzır eti yediren, şarap içiren, afyon çektiren bu bunak ihtiyar. Edebi, hayâyı, sevgi, muhabbet ve dayanışmayı ortadan kaldıran. Fakir fukarayı soyup, kendileri zengin olan, sıkışınca da Osmanlının can düşmanlarına sığınan bu şerefsizler!
Sonra bir an durdu Bursalı… Etrafında duran arkadaşları kendisi gibi fazla rahatsız değildi ki ellerini semaya kaldırdı. Gözlerinden sicim gibi yaş boşanıyordu.
- Bunların ne vakit asıldıklarını göreceğiz Allah’ım!
Dedi. Derin bir acıyla kıvranarak, ah çekti.
Hurufi, çoğunu duyduğu, kendi için söylenenlere ses çıkaramadı. Eskiden olsaydı cazgırlık yapar, ne eder, eder zeytinyağı gibi üstte kalırdı. Hiç haklılık payı yoktu. “Evet, dedikleri hep doğru. İnsanları ebedi ölüme götüren bizlerdik. Bize yol gösteren, bize müsaade edip, bizimle birlikte olanlardır” dedi içinden. Kâbus’un, Doğan için düşündükleri ve yaptıkları geldi aklına. Kıyas etti şimdiki hâliyle…
                ***
Bey hanımları, Gülşah’ın arkadaşları ve Matlube Ana da gelmişti. Maria’nın etrafına toplanmışlar merakla, sevgiyle hizmet ediyor, anlattıklarını dinliyorlardı.
- Doğan Bey ve arkadaşları isteselerdi hepsini kılıçtan geçirebilirlerdi. Ama öldürmediler onları. Eğer yaşarlarsa millet cezalandıracak. Hepsini de ipe çekecek. Hainler yedi başlı, dokuz canlı bir ejderha kuvvetinde. Korkunç bir teşkilat. Fakat ben kendimi öldürdüm, yeniden, tertemiz doğmak için. Neyim var, neyimm yok hepsini de atlara yükleyip geldim işte.
- Mübarek olsun evladım.
- Nasip meselesi. Ne diyelim. Hayırlı olsun kızım.
- Ee! Bize de böyle güzel bir arkadaş lazımdı.
- O da geldi.
Maria, gözünü Gülşah’tan alamıyordu. Güzelliği, zarafeti, mahareti, bilgi ve görgüsüne hayran kalmıştı. “Her bakımdan farklıydı” deyip dememede tereddüt etse de dayanamadı.
- Gülşah.
- Efendim Maria.
- Meryem de diyebilirsin.
- Peki Meryem Hanımefendi. Sizi dinliyorum.
- Doğan Bey baygın hâlde günlerce iki üç ismi sayıkladı durdu...
Herkes bu isimleri çok merak ediyordu. Pürdikkat Maria’nın dudaklarından dökülecek kelimeleri bekledi.
- Biri, Gülşah’tı. Sonra nişanlısı olduğunu öğrendim. Doğan Bey’in böyle güzel bir kızın adını sayıklaması kadar tabii ne olabilir?
Gülşah’ın yüzü kızardı. Elleri terledi. Sevinç ve utanma arası bir duyguyla ne diyeceğini şaşırdı. Hiç kimsenin yüzüne bakmadan başörtüsünün ucunu kıvırıp durdu gayri ihtiyari.
- Diğeri; Muhterem Efendim, Hocam… Bu isimleri söylerken gülümsüyor ve ayağa kalkmak istiyordu. Ben de bırakmıyordum tabii. Sağlığına kavuşana kadar bu şekilde devam etti... 
Maria, zihnini biraz daha zorladı. Tavana bakarak düşündü. Şahadet parmağını dişlerinin arasına aldı. Yanlış söylemek istemiyordu.
- Devletlü Sultanım, Matlube Anam ve Çelebi Amcam da sık sık söylediklerindendi. Evet başka kelimeler de var ama en çok tekrarladıkları, yanlış söylemediysem bunlardı. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.