"Yollarımı gözleyeceğini bilmek beni çok sevindiriyor Gül'üm...”

A -
A +
 Gülşah, ilk defa açıklayacağı bir mühim haberi, kaç gündür kafasında kuruyordu.
 
Çekirge Ali, dergâh işlerinde yalnız fırın yakmayı beceremezdi. Boyu fırının içini tam görmeye yetmiyordu. Oysa en keyifli, en eğlenceli şey de buydu. Odunların çatırdayarak tutuşması küffârla bir meydan muharebesini hatırlatıyordu onlara. Düzinelerle testinin sıralanmış disiplinli bir manga asker gibi kızgın ateşe meydan okurcasına alevlerin içine her girip çıkışında gözlerini kısıyor, ellerini kocaman bir yelpaze gibi sallayıp çocuklar gibi neşeleniyorlardı. Biri dışında keyifleri yerindeydi.
 O gün dergâh, her zamanki gibi arı kovanı misali dolup taştı. Gelenlerin, gidenlerin, kurulan ve kaldırılan sofraların haddi hesabı yoktu. Tek eksiği vardı, gönüller sultanı Emîr Hazretleri’nin olmayışı... Sohbet olmayınca da fazla vakit kaybetmeden ayrıldılar.
Serin, koyu lacivert güz gecesinin bol yıldızlı seması altında Bursa, sanki gündüzki heyecanlardan, gürültülerden yorulmuş gibi baygın ve sakindi. Ulucami-i şerife inen sokakta tek tük açılıp kapanan kapıların gıcırtıları da olmasa ortalık oldukça sessiz ve tenha sayılacaktı. İhtişamlı birçok bey-paşa konaklarının pencerelerinden sızan sarı ölgün ışıklar, kurumuş yaprakların hasır gibi kapladığı kaldırımları aydınlatıyor, esrarlı uzun gölgeler, karanlık hendekler şeklinde uzanıyordu. Yatsı namazından çıkmış olan cemaat evlerine çekilmiş; câmi ve mescitler çoktan karanlığa gömülmüştü. Yalnız Beyaz Konak’ın yarı açık kapısı önünde, hareketsiz bir gölge dimdik durmaktaydı.
 Bu gece eve erken gelen Doğan Bey, ayakta bekleyen sevgili refikasını görünce...
 “Hep böyle yollarımı gözleyeceğini bilmek beni hem sevindiriyor…” diyerek sözünün sonunu getirmeden lafını değiştirmek istedi. Lâkin Gülşah fırsat vermedi;
 “Eee!”
 “Bir yere gitsek diyorum Gülşah’ım.”
 “Yok! Yok, ne demek istiyordun? Onu söyle.”
 “Hiiiç! Laf olsun işte. Beni bilmez misin? Her gün böyle yolumu beklemeni istemiyorum.”
 “Sizin gibisinin yolunu beklemek bana zevk veriyor.”
 “Onu çok iyi biliyorum Gül’üm. Haydi, üşürsün, içeri…”
 “Beklediğim cevabı vermedin.”
 “İki gözün yolda beni beklemen ne saadet. Lâkin kendini fazla yormana da üzülüyorum tabii.”
 “Yorulduğumu da kim söylüyor?”
 “Ben söylüyorum! Her neyse, haydi üzerine bir şeyler al gidelim.”
 “Nereye?”
 “Meselâ Çelebi Amcama, Matlube Anama… Çağırıp duruyorlardı zaten…”
 “Başka zaman gideriz.”
 “Niçin bu gece değil?”
 Her nedense yüzü al al olan Gülşah, güldü.
 “Gülünecek ne dedim ki?”
 “!!!”
 “Sana dedim Gülşah’ım.”
 Gülşah, ilk defa açıklayacağı bir mühim haberi, kaç gündür kafasında kuruyordu. ‘Nasıl desem, nasıl etsem?’ kabilinden iç âleminde söyleniyor, bir yol da bulamıyordu. Tam diyecekti ki yine kekeledi durdu, neresinden başlayacağını bilemedi... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.