Merhamet etmeyi aklına bile getirmiyordu!..

A -
A +
Kendini alçalmış, zayi olmuş olarak görüyordu. Bu yüzden hâl ve hareketi değişmişti.
 
Esir Türk kızı Mahperi’ye âşık olduktan sonra yerinde duramayan Serçetutan, arkadaşlarının tahrik edici konuşmalarını bahane ederek kendini dışarı atmıştı yine. Gözünü ayırmadığı Mahperi’nin evine doğru bile bakmadan şuursuzca dereye inen patikaya girdi. Deli gibi yürürken kış boyu yaptıklarını hayal etti. Her defasında Mahperi’nin taze, masum hayali gelip ününe dikiliyor; “Yakamı bırak! Düş peşimden!” diyor gibi boynunu büküyordu. Onu elde etmeden başka hiçbir şeye razı olmayacaktı. Habis nefsinin zebunu olmuştu. Merhamet etmeyi aklına bile getirmiyordu. Çok yol denemiş, elinden geleni yapmıştı. Nicelerini araya sokarak kalbini kazanmaya çalışmış, ne servetler, ne imkânlar teklif etmişti, hiçbirine de ne evet, ne de hayır cevabı alamamıştı. Kendini alçalmış, zayi olmuş olarak görüyordu. Bu yüzden hâl ve hareketi değişmişti. Şimdi çok farklı şeyler peşinde, başka dolaplar çevirecekti. Onun için hep arkadaşlarından ayrı hareket ediyordu. Onlar istirahat ederken, sabah erkenden atına biniyor, tek başına ormanların içine dalıyor, saatlerce hanın etrafında dolaşıyor, çevre köylere gidiyor, her defasında da sinirlenerek dönüyordu. Hayatın tadı, tuzu kalmamıştı...
           ***
Asıl hayatı altüst olan ise Mahperi’ydi. Serçetutan Bey’in, devamlı peşinde kur yaptığını anlayınca o günden beri eve hapsolmuştu âdeta. Bir ahmağın yüzünden Doğan Bey’e bile ulaşamıyor, yarım kalan irtibatını devam ettiremiyor, asıl söyleyeceklerini duyuramıyordu. “En iyisi büyüklerimizle istişare etmek…” diyerek karşılaştığı meseleleri ve Serçetutan Bey’in kendine talip olmasını açıkça anlatan bir nâme yazıp Emîr’e yolladı. Sanki bütün dertlerini de o zarfın içine sokmuştu. O kadar rahatlamıştı ki kendisi bile şaşıyordu.
“Sor kurtul...”
Gözü, gönlü başka âlemde olan Mahperi, ne olduğu tam anlaşılmayan bir türkü mırıldanarak günlük ev işlerini yaparken Periza Ana da ocağı tutuşturmuş, herise pişirmekle meşguldü. Bilemediği bir sıkıntı içinde sesin geldiği tarafa bakınarak söylendi:
“Elin çoluk çocuğunu tutup getirmişler. Yürek yarası. Atsan atılmaz, satsan satılmaz. Acıyorum zavallıya. Bilmem anacığı nasıl dayanıyor? Gelinlik çağda artık... Başına bir şey gelirse vicdan azabından mahvolurum. Hele Rüstem Efendi... Zavallıya inme iner. Evimin direği yıkılır. Ocağım söner Allah korusun… Tövbe… Tövbe!”
Rüstem Efendi ise hasarlı bahçe kapısını tamir ederken, dalmış gitmişti mâziye. Gençliği, delikanlılığı, Timur Han’ı ve Periza Hanım’a âşık oluşunu düşündü, gülümsedi. Uzaktan gelen Mahperi’nin içli sesine başını sallayarak eşlik etmeye çalıştı.
 
“Oy hanlılar, hanlılar, şanlılar,
 Uşak öldü kinliler, kanlılar.
 Kızılhan’ın duvarı, yukarı,
 Orda var bir süvari, bekârı,
 Acep gözü kimdedir, nerdedir?
 Onun gönlü bendedir, bendedir.”
 
Hayallerinin engin denizinde yüzerken bir at kişnemesiyle irkildi. Sustu, kulak kabarttı. Elini siper edip sağa sola bakındı. Bir süvarinin kendine doğru geldiğini gördü, toparlandı. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.