Canali, uykudan uyanır gibi gözlerini açtı...

A -
A +
Mahperi, bu muhabbetli anın biteceğinden korktu nedense. Yine içi bir hoş olup yandı.
 
Serçetutan’a köle olalı kaç hafta veya ay geçtiğini tam hatırlamıyordu Canali.
Yola çıkacakları gecesi hiç uyuyamamıştı. Tarifsiz bir heyecanla erkenden ahıra gitmiş, atları noksansız yüklemiş, sıkı sıkıya sarmış ve sefere çıkabilecek hâle getirmişti. Siyah yağlı bir taşta kılıçları, kama ve hançerleri bilemişti. O heyecan içinde; “Serçetutan karşıma dikilirse ne yapacağım, ne edeceğim?” diye düşünmüş, dudaklarını ısırmıştı. Daha neler neler?
Doğan Bey, Boğa Hasan Bey ve Atmaca Nuri Bey, bir tarla boyu hep önde gidiyor, yeni evlileri mümkün olduğunca baş başa bırakıyorlardı. Ortalıkta kimsecikler görünmüyordu. Öyle dalmıştı ki Mahperi’nin iyice yanına yaklaştığını duymadı bile. Ansızın sevdiceğinin zarif sesi, yüreğini ağzına getirdi:
“Ne düşünüyorsun Canali’m?
Döndü ani bir hareketle. Canı, cananı oldukça sevecen ona bakıyordu.
“Ben mi?”
“Başka kim olabilir ki?”
“Biliyorum, başka kim olabilir?”
“Hay, Canali’m hay!.. Hiç istirahat etmedin…”
Sesini çıkarmadı. Göz kapakları gülücüklerle dolmuş bu taze, parlak, şefkatli, sevgi dolu güzele kırpmadan baktı... Baktı... Mahperi, beklemediği bu acı karışımı hasretlik dolu bakışa, daha fazla dayanamadı. Elindeki kamçıyla dizine dokundu. Sonra da:
“Ne bakıyorsun öyle?”
Canali konuşmadan ufak bir mimikle cevabını verdi. Doğan Bey ona insan olduğunu hatırlatmış, bağrına basmıştı. Timur Han şefkatle muamele yaparak evlendirmiş, Mahperi ise hayata bağlamıştı bütün gücüyle. Nikâhlandıktan sonra yeniden doğmuş gibiydi. İstikbâle dönük ümitleri artmış, iyice dolmuş, taşmıştı. Dokuz, on yıldır durup dinlenmeden yaptığı hizmetçiliğinin bedelini, daha yeni denecek sevgilisinden hem de hiç yorulmadan almıştı. Onu yine “tembel, miskin” diye kötüleyen adamların aksine, bütün yüreğiyle seven birinin yanı başında olması ne büyük bir saadet, ne büyük devletti.
“Ne güzellik Allah’ım!”
Mahperi, insanı yücelten bir bakışla süzüyordu genç kocacığını. Bu muhabbetli anın biteceğinden korktu nedense. Yine içi bir hoş olup yandı. Kalbi parçalanır gibi oldu. İçine sıcak bir şeyler yayılıyor, kulakları, dili tutuluyor, başı zonkluyordu. Bir anda bu titreme durdu. Canali, uykudan uyanır gibi gözlerini açtı. Bunca zaman yalnızlığa nasıl tahammül etmiş, dayanmıştı? Yaşadıklarına şaşırdı. Her şey Allahü teâlâdandı. O, dağına göre karını, bağına göreyse üzümünü veriyordu amenna… Her yokuşun bir inişi olduğu gibi; korkunç günlerin işte böyle sevinçlileri de oluyordu. Bir de sağ salim memleketine, ana ve babalarına kavuşsaydı daha ne isterdi ki. Sevincinden mi, yoksa karmakarışık duygularından mı ne iki damla billur gibi yaş akıverdi yanaklarından. Mahperi de ağlamıştı. İki genç sevgili sebebini bilmediği duygular içinde birbirlerine bakarken çok da mutluydular.
Zamanın nasıl geçtiğini fark edemeyen mutlu çift, Doğan Beyin uzaktan “Fazla geri kaldınız...” mânâsında işaret etmesiyle toparlanıp atları hızlandırdılar. Uzun ve zorlu bir yolculuk onları bekliyordu… DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.