“Bizi uğurladı, kendisini zalimlerin kucağına attı!”

A -
A +
“Bu şartlarda bir genç akıncının bu kadar fedakârlığı olacak şey değil Canali’m.”
 
Doğan, Boğa Hasan ve Atmaca Nuri Beyler o baskın gününde yara bere içinde getirildikleri köy odasında, akşam sabah ballı süt içirilerek itinayla bakıldı, türlü çiçeklerden yapılan ilaçlarla yaraları tımar edildi. İki haftadan beri bir mevta gibi yattıkları sedirde önce Boğa Hasan, birkaç gün sonra da Atmaca kendine gelmişti lâkin Doğan Bey hâlâ yerinden kalkamayacak kadar ağır yaralıydı. Canali ve Mahperi, gece gündüz baş ucundan hiç ayrılmadılar. Ellerinde pamuktan tamponlar kuruyan dudaklarına su sürdü, üzerine üşüşen sinekleri kovdular. Beslenmesini hiç ihmal etmediler. Çok korktukları günler olduğu kadar da ümitlerini hiç yitirmediler…
Atmaca Nuri, iyi olup ayaklandıktan sonra her sabah dışarıya çıkarken Doğan Beyin yattığı odaya uğrar, öteye beriye bakardı. Boğa Hasan ise kendine geldiği günden beri bir yerde duramıyordu. Ölen hayvanların yerine besili, dinç yeni atlar alınmış, eyerlenmiş hazır bekletiliyordu.
Yine bir sabah yemeğini götüren Mahperi, Doğan Bey’in kalkıp giyinmiş olduğunu gördü, çok sevindi:
“Buraya gelin!” diye bağırdı. Sesinin çok çıkmasından utanarak, yüzü kızardı. Neredeyse soluğu kesilecekti, heyecanlanmıştı. Doğan Bey’i kaç gün sonra ilk defa eskisi gibi sağlıklı ve de canlanmış görüyordu.
“Hasan Bey, Nuri Bey!” diye bağırdı Doğan Bey. Mahperi, yanı başında şaşkın duran Canali’yi dürtükledi:
“Evet, ne duruyorsun çağır şunları!” Canali, dışarı çıkmaya çalışırken Doğan Bey:
“Akıncılar, atlar hazır mı?” Cevap beklemeden fırladı.
“Haydi karındaşlarım gidiyoruz!” sevinç, telâş birbirine karışmıştı...
Atlarının üzerine çoktan binmiş akıncıların, Canali ile Mahperi’nin etrafını köylüler sarmış helâllik istiyor, selametle yerlerine varmaları için dua ediyorlardı. Gidilecek menzil ırak, emanetler çok mühim, epey zaman kaybetmişler ve düşmandan da hiç emin değildiler. Doğan Bey:
“Pirifâni dedelerim, ninelerim, lokmasını bizimle paylaşan fedakâr analarım, bacılarım, karındaşlarım hakkınızı helal ediniz. Numune misafirperverliğinizi, sınırsız yardımlarınızı unutmayacağız. Hak teâlâya emanet olunuz. Allah’a ısmarladık...” deyip atını kamçıladı. Arkadaşları da onu takip ediyordu. Yayından fırlamış bir ok gibi atıldıkları toprak yolun göğe yükselen tozları arasında çoktan kaybolmuşlardı…
Yol boyunca birbirinden ayrılmayan çift, olanları konuşup bu günlerine binlerce şükürler ediyorlardı.
“Vatansever bir erkeğin yapabileceklerini az çok anlıyorum ama bu şartlarda bir genç akıncının bu kadar fedakârlığı olacak şey değil Canali’m.”
“Analar ne evlâtlar doğurmuş. Zor şartlarda her şey ortaya çıkıyor. Akla kara ayrılıyor.”
“Doğan Bey’imiz, yiğitliği kadar çok becerikli ve zeki; aynı zamanda bir gönül adamı da...”
“İş vatan meselesi olunca deliye dönüyor…”
“Akşamın alaca karanlığında olabilecekleri sezmişti.”
“Hepimizi nasıl ayrı ayrı uğurladı. Kendisini zalimlerin kucağına attı...”
“Böyle bir fedakârlığı kim yapabilir?”
“Ancak bir Osmanlı... Doğan Beyim...” DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.