"Tiz gidin, o kimseyi bulun hemen derdest edin!.."

A -
A +
Padişah, söylenenlere pek şaşırmıştı. Hemen fermanını tekrarladı!
 
Padişah celallenmişti:
- Başka ne der aleyhimizde?
- “Bir büyüğe bağlanmak lazım” der. “Ona tam tabi olunmalı! O ne derse onu yapmalı. Ondan zerre kadar ayrılan ebediyen Cehenneme gider. Bırakın padişahlar haremlerde keyiflerine baksın, siz gönül sultanlarını arayın, bulun, ona tâbi olun!” Daha neler neler...
- Lâ havle vela kuvvete... şuna bak! Ne menem şeyler fısıldar, halkımı kendine çekermiş de haberimiz olmazmış. Lala! Tiz bu garibe bir kese akçe veriniz! Zaptiyelerden bir manga hazırlayın! Hemen yola çıksınlar! Hadi ne beklersin?
- Peki Sultanım!
- !!!
Padişah, söylenenlere pek şaşırmıştı. Bir müddet düşündükten sonra fermanını tekrarladı:
- Tiz gidin, o kimseyi bulun hemen derdest edin, alın getirin! Size başkaldırıp isyan ederse zincire vurun! O mutlaka buraya canlı gelmeli! Gelmeli ki edepsizliğinin cezasını görsün! Hadsizlere haddini bildirmek boynumuzun borcudur!
- Başüstüne!
- Tiz hadi!
- Emredersiniz Sultanım!
- !!!
                        ***
     ZAPTİYELER ANKARA’DA
Güneş tepeden ayrılmış bakır renkli bulutların ardından ufka doğru yaklaşıyordu. Pembe sisler içinde dik bir tepenin belli belirsiz hayali gibi yükselen Ankara Kalesi ve etrafındaki toprak evler hayal meyal seçiliyordu. Ara sıra köpek havlaması, horoz ötüşü, derinden bir nida, tek tük kapı gıcırtıları da duyulmasaydı ortalık pek sessiz sayılacaktı. Ağaçsız dağlar gittikçe büyüyor, gittikçe bozarıyordu. Yamaçlardaki dağınık evler, birbirine bitişik bağlar, bostanlar, suyu olmayan dereler, bozuk toprak yollar, ıssız tarlalar, sanki olabilecek kötü şeylerin; lisanı olmayan habercisi gibiydi.
Şehrin dışında iki insan hayali; hareketsiz bir gölge gibi öyle dimdik duruyordu. Daha ileride kıldan çoban çadırları, otlayan sığır ve davar sürüleri her gün yaptıkları gibi kendi âlemlerinde çimenleri kemiriyor, karınlarını doyuruyordu.
Süvarilerini taşıyan doru atlar, yabancı kokular almış gibi, sık sık başlarını kaldırarak kişniyor, rahvan koşularıyla toprak yolun tozunu dumana katıyordu. Cemaatle kılınmış ikindi namazından dağılan talebeler, bahçelerin arasından sohbet ederek geçiyorlardı. Küçük kümeler hâlinde okunan ilahiler, söylenen sözler, isimler, bir gülücük, bir ah edip inleme; bu kırlık yerin suskunluğunu bozuyor, uzaktan nal sesleriyle birlikte, askerlerin atlarını dehlemeleri duyuluyordu.
İki kavağın arasında koca bir kayanın üzerinde kuka tespihini çeken yer yer kır düşmüş sakalını sıvazlayan narin duruşlu, huzur bakışlı, insan-ı kâmil, gözlerini; beklediği misafirlerinin geleceği ufuklara dikmiş, karşısında edeple el bağlamış Akşemseddin’in anlattıklarını dinliyordu ki atlılar önlerinde duruverdi:
- Selâmün aleyküm baba.
- Ve aleyküm selâm evlat! Nereden gelip nereye gidersiniz?
- Pek uzaklardan geliriz baba!
- Hayırdır! Mühim bir işiniz olmalı!
- Ya çook hem de! Hacı Bayram adında birini arıyoruz! DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.