Öyle içten okuyordu ki Nene hislendi, gözleri doldu...

A -
A +
 
 
Nene ile Ümmügülsüm, bir müddet havadan, sudan sohbet etti, eski günleri hatırladı...
 
 
Her şeye rağmen çabucak toparlandı. Hasan’a anlatmaya fırsat bulamadığı korkunç, kâbus gibi rüyası; hızlı bir film şeridi gibi gözünün önünden geçti. Kararlı, sert bir şekilde;
- Boşuna yorulmuş, cümbür cemaat gelmişsiniz! Biz bu otlaktan, ne bir toklu ne bir kuzunun en ufak tırnağını bile vermezdik ama neyse!
- O zaman vermeyin! Niçin ahlanıyorsun?
- Niçin olacak? Burası bizim köyün tapulu arazisi, bu koyunlar da benim tırnaklarımla kazıyarak alın teri dökerek, tek tek büyüttüm emeklerimin mahsulü. Ne hakla buraya kadar geldiniz?
- Bu söylediklerini bir kenara yazdık! Malınmış, mülkünmüş ben anlamam! Bize verilen emir bu!
- Onun bunun malını zorla almanın emri mi olurmuş?
- !!!
Son sözleriyle birlikte, konuşan adam durmadı, atından aşağı indi. Diğerleri de atlarını üzerlerine sürdüler. Hepsi de mavzerlerine fişekleri sürdü nişan aldılar. Dağ başında ve etrafları on silahlı atlı eşkıya ile sarılı üç genç! Ne yapsalardı acaba? Ölmek kolaydı lakin geride kalanlar ne olacaktı? "Aşağıya tükürsen sakal, yukarıya tükürsen bıyık” dedi, dişlerini sıktı  Mehmet Abdullah…
            ***
Güneş, yavaş yavaş tepelerin ardından yükselmeğe başlamıştı. Kızgın oklarını bütün kuvvetiyle Çeperli’nin üzerine üzerine yağdırıyordu bugün de.
Avludan geçti, dış kapıyı yavaşça örttü. Önce etrafı seyrederek, sonra hızlı adımlarla yürümeye başladı. Sanki arkasından biri kovalıyormuş gibiydi. Alnındaki terler boncuk boncuktu Nene’nin.
Sabah erkenden evini toplamış, silip süpürmüş, pişi bile kızartmış, bütün işlerini tamamlamıştı. Küçük Nazım’ın yattığı yere uğramış, her şeyden habersiz mışıl mışıl uyuyor olduğunu görünce de muhterem kayınvalidesinden müsaade alarak dışarı çıkmıştı. O şimdiye kadar hiç yanlış yapmamıştı. Çocuk uyanmadan, efendisi eve dönmeden, birazcık olsa da kapı komşusu, çocukluk arkadaşıyla hâlleşmek istiyordu. İnsana yalnızlık yakışmıyordu ki...
Nene ile Ümmügülsüm, bir müddet havadan, sudan sohbet etti, eski günleri hatırladı, gülüştüler. Sonra duvarda asılı Kur’ân-ı kerîme gözleri takılan Nene’nin:
- Kız, yeter bu kadar malayani!
- He haklısın Nene! Dur alıp geleyim. Yarı kalmış bir cüzüm vardı okuyayım, sen de dinle.
- İyi olur.
- İstersen sen oku ben dinleyeyim kız Nene.
- Yok yok kaldığın yerden devam et, sıranı bozma.
“Peki” deyip “Eûzü Besmele” çekti, aşkla, şevkle okumaya başladı. Öyle içten, öyle heyecanla okuyordu ki Nene hislendi, gözleri doldu. Dar, küçük pencereden sızan altın sarısı ışıkla görebildikleri kadar dikkat kesilmiş, saf, temiz niyetlerle sayfaların arasına gömülmüşlerdi âdeta. Üzerlerine düşen lacivert gölgeleri bile çok geç fark ettiler. Mavi tülden bir şal gibi gölge, gittikçe büyüyor, patır patır iki çift ayak sesi durmadan kendilerine yaklaşıyordu. Bu gelenler kimdi? Gıcırdayan kapının kapanmasıyla iki arkadaş korkuyla birbirlerine sarıldı. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.