Önlerine bir boz ayı çıkıvermişti!..

A -
A +
 
Mehmet Abdullah: “Hafız Efendi acele etme!” diyerek arkadaşını takip etti.

Gözenin başında kana kana su içti, evden getirdikleri yumurta, helva gibi azıklarını yedi, sonra da uzandı, istirahat ettiler keyiflerince.
Mehmet Abdullah, babası ile burada yaşadığı bazı hatıralarını anlattı. Kurtların, ayıların çok olduğunu, dikkatli olunması lazım geldiğini, biraz ilerideki derede de çok argın olduğunu söyledi. Yaban meyve ismini duyan Osman Bedreddin Efendi “Daha ne duruyoruz?” dedi ve o tarafa doğru koştu. Mehmet Abdullah da ondan geri kalır mı, o da; “Hafız Efendi acele etme, dur hele!” diyerek arkadaşını takip etti.
Dere, argın çalılıklarından maada, kekire, haşhaş, lâle, çaşırdan görünmüyordu. Henüz tam olgunlaşmamış olmalarına rağmen, yiyebildikleri kadar yedi, toplayabildikleri kadar da kucaklarını doldurdu, derenin diğer kıyısına geçtiler.
Gözelerden akan sular, mini bir çay oluşturmuş billurdan bir ırmak gibi şırıl şırıl akıyordu. Derenin güneyi çıplak kayalık, karşı taraf ise alabildiğine büyük çamların olduğu ormanlıktı. Sanki birileri çamların önüne set çekmiş, onlar da bu emre uyarak, derenin öte tarafına geçmemişlerdi.
İki kafadar, belli etmeseler de yalnızlıktan ve yırtıcı hayvandan korkuyorlardı. Üstelik buralarda ayıların, kurtların dolaştıklarını görenler de çoktu. Ağaçsız tarafa geçtiklerinde koca bir kayanın üzerine çıktı, yaban meyve topladıkları çalılıklara baktılar. Bir de ne görsünler; kocaman bir boz ayı, önündeki yavrusunu pataklayarak; biraz önce argın topladıkları çalılıklardan çıkmıyor mu? Ayılar, çocuklardan onlar da ayılardan, ters istikamette kaçmaya başladılar. Devasa hayvanla bu kadar yakın olmuş çocukların; renkleri solmuş, ağızları kurumuş, tir tir titriyorlardı. Ya biraz önce oradayken burun buruna kalsaydılar ne olacaktı? Düşüncesi bile ödlerinin kopması için kâfiydi.
Cesaretlerini toplayan iki kafadar, geriye dönüp kısa bir bakışmadan sonra, ayıların tam tersi istikametinde yeniden koşmaya başladılar... koştular... koştular... daha mecalleri kalmamıştı.
Terden mi yoksa korkudan mı, sırılsıklam olmuşlardı. Artık orman da ayılar da epey gerilerde kalmıştı. O hızla yol boyunca küçük şelaleler oluşturarak akan dereye indi, "çılçıl" dedikleri küçük şelâlenin dibinde durdular. Suyun yüksekten düştüğü yerde kocaman bir gölcük oluşmuştu. Yıkanmaya, biraz olsun ferahlamaya karar verdiler. Nasıl olsa ayı tehlikesini atlatmış, üstelik çok da terlemişlerdi. Onların tabiriyle; çimmenin tam zamanıydı... DEVAMI YARIN
 
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.