Nene’nin derin bakışlarındaki mana, onu daha da üzdü!..

A -
A +
"Şehid olmak için geldim evladım! Bir türlü nasip olmuyor. İçinde olduğum durum nedir?"
 
Şehid Saime’nin al kanlara bulanmış başörtüsü elinde, kolları, üstü başı kanlı Nene Hatun, daha kimseye bir şey sormadan,
- Gördün mü şehidimizin hâlini? dedi.
- Evden çıkalı beri için için yanıyordu âdeta…
- Siz, bundan sonra görün dadaşların gazabını!
- Gözü olana gizli, saklı yoktur!
Şehidin başından ayrılamıyordu. Yine okumalarına başladı Nene Hatun. Hep düşünüyordu? Bu kız nasıl bir ruh taşıyordu? Züleyha, “Zulal” olmuş olalı çıldırmıştı!..
Nene, sükûn bulmaz bir heyecan içinde yaşıyor, suçsuz bir masuma yapılanların cezasını kesmek için fırsat kolluyordu. Canlarından bir parça olan şehidin intikamını almak için herkesin ayrı bir hesabı vardı. Fakat nasıl denizin kavanoza sığması mümkün olmuyorsa, onların büyük ızdırapları da hiçbir yere sığmıyordu.
Nene Hatun, hücumdan önce gördüklerini, hissettiklerini anacığına anlatmaya başladı. Hatta daha ileri gitti. Onlarca beyitlik bir destan düzdü. O, yanık sesiyle söyleyip ağlıyordu. Dinmez derin acısını kelimelerle dışarı atıyor, bir nebze olsun ferahlıyordu. Bu sayede daha azimli de oluverdi. Ruhuna yüksek bir rahatlık, kalbine tatlı bir huzur doldu. Artık Nene Hatun’un sınırsız kâfiri Cehenneme gönderdikten sonra şehid olmaktan maada bir derdi, hedefi, arzusu, isteği kalmamıştı. Bu şehidin yanında sürdüğü ilahî zevki tatmak ona has bir şeydi.
- Aa Nene’m, ne bu hâlin, niye böylesin?
Başını öne eğdi Nene. İçinden geçenleri anasıyla paylaşsa, yapacaklarına mâni olabileceğinden çekindi. O hep gizli, aşikâr kendince hesaplar içindeydi. Abisinin kalleşçe tuzaklara düşürülmesini, kollarında can vermesini, şehadetini, kuleden atılan elçiyi, kurşuna dizilenleri, Saime arkadaşını düşünüp onların hesabını tek tek sorma derdindeydi. Başka bir tasası yoktu, fakat bu hissiyatını kime, nasıl anlatacaktı?
- Farkında değilim anacığım… Şey, işte kafama göre dolaşıyorum… Bilmez misin kızını?
- Seni divane eden beni de mahvetti Nene’m!
- Başka ne yapabilirim ki canım anacığım?
- Yanmak elbette lazım, fakat kendini kaybetmek yok…
- Bazı şeyler elde olmuyor ki!
- Niyet hâlis olduktan sonra, çekinme.
- Hep neden, niçin sorularına cevap bulmaya çalışıyorum… İçim taşıyor… Hislerime mâni olamıyorum…
- Her hissettiğini, gördüğünü halka söylersen, kazanmadan kaybedersin her şeyini, hedeflerini de!
- Aklım başımda değil güzel anacığım… Hiç sağlıklı düşünemiyorum…
- Sanki ben… Neyse? …
Nene’nin derin bakışlarındaki mana, onu daha üzdü, meyus etti. Hassaslaşmış kalbini etkilemişti, olduğu yere diz çöktü, ağlamaya başladı:
- Çok perişanım evladım! Lütfet, gel, beni gaflet uykusundan uyandır. Senin günahların daha azdır. Ben ise yaşlıyım, maalesef günah deryasında yüzüyorum. Şehid olmak için geldim! Bak bir türlü nasip olmuyor. İçinde olduğum durum nedir? Benden, senden başka derdi olan var mı?
 - Biri daha var! O, herkese görünmez…   
- Kimdir?
DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.