"Allahü teâlâ öyle acı günleri bir daha göstermesin kızım!"

A -
A +
 
"Bu Ermenilerin yaptıkları aklıma gelince elimde olmadan boğazım düğümlenir. Çok fena çook!.."
 
Elif, pürdikkat dedesini dinliyordu:
-Gözleri dünyalık maddi hiçbir şeyi görmeyen kendilerini Allah’a adayan birer Anadolu kahramanıydı onlar. Seferden sonra o zamanın ileri gelenleri onlara birer rütbe vermek isteyince kabul etmezler. “Bu fâni vücuda ancak kefen yaraşır…” diyerek şehitliği istediklerini dile getirmişlerdi.  İşte Elif Hatun kızım böyle… Erzurum insanının biri erkeklerini, diğeri de kadınlarını temsil eden bu sembol kahramanları hakkında ne söylesek azdır. Dilimizin döndüğünce işi özetlemeye gayret ediyorum.
 - Böyle bir kahramanımızın ismini taşımak ne güzelmiş. Bunları dinlemeden önce “Hatun" isminden nefret ediyordum. Bana ismimi sorduklarında ikincisini hiç söylemiyor, bilerek gizliyordum. Şimdiyse gurur duymaya başladım. Ben de Nene Hatun gibi olacağım dedeciğim.
 - Allahü teâlâ öyle acı günleri bir daha göstermesin kızım! İş başa düşünce de her Türk evladı gibi herkes elinden geleni mutlaka yapmalı elbette. Ama dert, bela, musibet de istenmez. Gelince de sabırla karşılamak ve üzerimize düşeni yapmak lazımdır…
 Abdullah Dede, oturduğu yerden kalkarken Elif de ona destek olmaya çalıştı. 
 - Kaldığım yerden hikâyemize devam edeceğim. Ancak ben önce kendime bir sade kahve pişireyim. Ha ne dersin?
 - Olur dedeciğim. Ben de yardım edeyim müsaadenizle… Ancak merakla hikâyenin sonunu bekliyorum unutma ha!
 - Hah Elif’ciğim! Ben unutsam bile sen rahat bırakmazsın zaten.
 - Onu çok iyi biliyorum…
 Elif, havaya iyice girmişti. Kulaklarında “Allah, Allah” nidaları çınlamaktaydı. Dedesiyle mutfağa giderken dudaklarından;
 Neslin baban, ceddin deden,
 Hep kahraman Türk milleti.
 Orduların pek çok zaman,
 Vermiştiler dünyaya şan…
Sözleri dökülüyordu. Dede de bu marşa alçak bir ses tonuyla iştirak ediyor. Çok etkileyici bir sahne ortaya çıkıyordu kendiliğinden. Abdullah Dede, Elif’in hizaya gelmesine memnun kahvesini pişirdi. Sanki her taraf tarih olmuştu bugün. Kahvesini yapan dede, torunun yardımıyla gelip eski yerlerine oturdu, eski bir sehpanın üzerine koyduğu kahvesinden bir yudum aldı, “oh” çekti.                       
 - Afiyet olsun dedeciğim.
 - Ohh! Sana da afiyet olsun. Kahve çok güzel olmuş… Ha nerede kalmıştık Elif kızım? 
 - Osman Bedrettin ve Nene Hatun denilen iki “deli” kahraman vardı ya dillere destan!
 - Bakıyorum merak salmışsın. Noktası noktasına hatırlıyorsun.
 - Anlatan o kadar içten anlatıyor ki dinlememek mümkün değil dedeciğim. Maharet sizde…
 Dede, keyfinden katıla katıla gülerken birden ciddileşti.
 - Ha ha... Laf yarışında seninle başa çıkamam. En iyisi kaldığım yere döneyim. Fakat…
 - Fakatı da ne dedeciğim. Neden keyfin kaçtı?
 - Bu Ermenilerin yaptıkları aklıma gelince elimde olmadan boğazım düğümlenir. Çok fena çook!..
 Dede kalbini tuttu. Elif, telaşlandı.
 - Dedeciğim!
 - Telaşlanma Elif’ciğim, deden maşallah turp gibi. O gencecik evlatlarımızın bir gecede tuzağa düşürülmesine tahammülüm yok o kadar. Ben iyiyim sen meraklanma... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.